Kayıtlar

2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
yılbaşı gecesi bütün ülke rahat etsin her şeyi unutsun eğlensin çoşsun kendini kaybetsin bir ocak sabahına yepyeni bir güne başlasın kafasında noel baba takkesi ile dünya yansa vız gelsin tırs gitsin istanbulda beşbin polis görev yapıyor bu gece bütün ülke rahat etsin http://www.youtube.com/watch?v=HGtCeouAHoA  
bırakın insanlar sanattan konuşsunlar edebiyattan tarihten felsefeden söz etsinler bırakın insanlar dost sohbetlerine özgür ruhlarını katsınlar eleştirsinler içsinler gülsünler üretsinler bırakın insanlar beyinlerini kullansınlar korkmayın ruhuna sanat bulaşanlar sizin kadar aşağılık olamazlar
çıplak tenler arasında su sızmayan yakınlıklar biri melek biri şeytan üst üste bedenler ellerde mızrap dillerde arzulu sözler gözler şehvetli bir yaylı çalgı üzerinde cennete koşturuyorlar
uçurumlardan geçiyor gönlüm yara bere oluyor tabi hakkıyla kayıyor ayağı gönlümün tabi yar peşinde çılgın sulara doğru meyilleniyor düştü düşecek oluyor tepe üstü kalkıp toparlanıyor ama gezmeden duramıyor tenhalarda kenarlarda köşelerde sana varmadan duramıyor gönlüm
başıma neler geliyor hiç birinde yoksun kayıplar acılar üzüntüler soğuklar kanlar ve daha neler neler yoksun işte şimdi böyle vakitlerde insanın aklına şu geliyor insan insan olmadan ölmüyor ama insan sevdiğini öldürüyor
üç renk halı üstünde derim soyulana dek yuvarlanıp sürtüne sürtüne acıtıp canımı ölmek istiyorum aklım kesiliyor bunca tecavüz ölüm haksızlık adaletsizlik içinde nefretten kaçmaya  içimin hiçbir yerinde  tutmamaya çalışıyorum bir ömürdür doğayı olduğu gibi sevmeye insana kıymet verip el üstünde tutmaya çalışıyorum ama nasıl sevebileceğimi bilemiyorum ki altı adam bir kadına tecavüz edip onu ölesiye dövünce doğayı olduğu gibi sevemiyorum ki erkeğe sokacak bir uzuv verdiğinde erkeği sevemiyorum ki bir pisliğe dönüşünce insanı el üstünde tutamıyorum ki savaşı bitirmeyince barışın karşısında durunca  ölmeden duramıyorum ki insanın insana zulmünü görünce adaletin bir hayali kahraman olduğunu zannediyorum mitolojik bir yalan zannediyorum tecavüzcülerden nefret ediyorum
canım kardeşim seninle tanışalı kocaman bir otuziki yıl geçti ben geçen yıllar içinde kalbimin hep senin için attığını bildim seni hep sevdim hep bekledim hep özledim hep gözledim hep izledim hep yaşadım seni her geçen gün daha da çok sevdim ve varlığın bana hep güç verdi kendimi hep kıymetli hissettirdi seni sevmek beni büyüttü canım kardeşim güzel ayaklarınla attığın her adım güzel aklınla aldığın her karar boncuk gözlerinle baktığın her yer aydınlık olsun hep olduğu gibi yolculukların bulmalı buluşmalı olsun aşk olsun sevda dolsun
ben gitmeni beceremiyorum kendi içimde gidecek olmana sevimli nedenler bulamıyorum incinmeden dönecek olman değiştirmiyor yokluğunu bünye alışık gitmelere eyvallah senin küçük bedenin büyük bir sevda benim içimde yolun açık olsun pirensesim
herkes biraz kendi evinin içine baksa küçük kardeşinin ateşi otuzyedibuçuğa çıktığında ne panikler yaşadığını hatırlasa bir de düşünmeye çalışsa bir otel bir dağ bir orman bir ev bir köy yangının içinde kalan bedenlerin acısını herkes biraz kendi evinin içine baksa anacığı babacığı hastalandığında onları kaybetme korkusuyla nasıl da acıdığını onlara ve kendisine bir hatırlasa sonra da bir düşünmeye çalışsa bir aileden onlarca kişinin birden bir gece ansızın bedenlerinin paramparça edildiğini ve geride kalanların acısını insanlar biraz acılarıyla acıların arasında özdeşlik kursa biraz unutmasa biraz sevse
kendi ülkesinin insanı kendi toprağının insanı kendi insanı demek ne demektir ki kendinden bilmek kendinden olmayanı dışarıda bırakmak her gün defalarca ettiğimiz yabancı değil bizden lafının bin bir çeşit versiyonu ile her gün yeniden var etmiyor muyuz bizim dışımızda birilerini ve böylece yeniden yeniden yaratmıyor muyuz kendi tehlikeli adaletimizi bir devlet varsa değil mi görevi topraklarında adaletin ve eşitliğin yaşanmasını sağlamak insanların çıkıp sokaklarda adalet aradığı bir ülkede neyin kıymeti vardır ki bu adalet sefilliğinin yoksunluğunun bir çaresi öldürmek mi öldürülmek mi üçer beşer doğurmamızın gayesi öldürülecek yeni kendi insanlarımızı yaratmak mı adalet eşitlik özgürlük vicdan arayışında her gün  ölmek için değil de vicdanımızla adil özgür eşit kimsenin olmayan topraklarda nefes alıp yaşayıp gitmek için doğmak olmaz mı
seni geç buldum uzun saçlarını siyah bedenini reddeden gözlerini duru verişini çıkı verişini ansızın geç gördüm ama bulmakta iyi değil mi birini her gün onlarca karşılaşma yüzlerce kaçış içinde birini daha bulmak çikolata kadar keyifli değil mi
dördüncü katından bir binanın boşluk gibi bir yere baktığımı sanıyordum baktığım yer karmakarışık hayatların uzaktan bakılan izdüşümü itiş kakış çocuklar en mutlu bir tekme birbirlerine koltuk altında toplar beyazlara rağmen yerlerde yuvarlanmalar zil sesi ile biten curcuna ya cam kafesler arkasında dört ayaklı bir masanın bire bir buçuk ölçüsü içinde kalıp beyaz bir ışık altında saatlerde ölenlere ve hissizleşenlere üzülmemek elde mi camdan bakıp izlemek en kötüsü değil mi
ışıkları koşarak gazete bayilerini koşarak haldun taneri çiçekçileri taşları bulutları koşarak geçtim bu sabah vapura değil kendime koştum bu sabah
kalbinin bütün kanallarını kapatmaya ya mavi ya kırmızı damarı kesmeye yeltenmişsin yapıyorsun yapma
kaşla göz arasını yakın zanneder kimileri oysa bir göz ne kaşa yakındır ne burna ne de dudağa ya da yanağa bir göz yüreğe yakındır en çok ve bunu ancak bakanlar görür
yalanlarını yakaladığınız bir insanı sevebilir misiniz yalanı sevmiyorsanız hayır yalan söyleyenin yalanları için bahaneler buluyorsanız evet yalanlarını yakaladığınız bir insanı sevebilir misiniz kendinizi kandırılmaya çalışılan hissediyorsanız hayır kendinizi kandırılmış hissetmiyorsanız evet her durumda yalan söyleyen yalancıdır sevseniz de sevmeseniz de bu durum  hiç değişmez sevmediğiniz için yalandan vazgeçmez sevdiğiniz için hiç hiç vazgeçmez
defterler dolusu boşluk var hayatın içinde ve senin elinde kocaman bir kalem
bugün içimi döktüm suya su karıştı bana yıkanmak hep temizlenmek değildir ama temizlenmekte hep iyi değildir bugün gözlerinde suyu buldum gözlerinde temize çektim kendimi aktım durdum
sudan şimdi çıktım şaşkın değilim bir balık gibi aklım geziyor bedenimde olması gerektiği gibi köpüklerle karışıp giden ölü derinin ölü ruhuna baktım uğurladım onu pembeleşen rengimle barıştım sevdim kendimi uykuda bir peri ile buluşacağım kulağıma şarkı fısıldayacak uçacağım bu gece tatlı bir cenaze töreni tertipliyorum geri döndüm gülüyorum
neyi tutmaya çalışıyorsun ellerinin arasında bu yalan kahkahalar ve anlamsız aşırılıklar niye gerçekten dinlemeyi hiç denedin mi şahit olduğum gerçek kafanı kuma gömdüğün yanlış yerdesin mutlu olmak için çoktan gitmeliydin tenin gittikçe kararıyor çünkü gün yüzüne çıkmıyor bedenin yer altındasın ve bedenini ufacık bile sevmiyorsun bir başkasını nasıl sevebilir ve önemseyebilirsin ki yok saydığın bencilliğin boğazına dolanan bir ip gibi seni yukarıya doğru çekip yanıltıyor seni boşlukta asılı bırakacak ve ayaklarının altında sandığının aksine hiç kimse olmayacak
İskeletinde bir sancı var kemiklerin kendi aralarında çıtır çıtır konuşuyorlar. Onları gevşetecek sihirli bir el bekliyorlar. Her bir kıvrım, her bir çukur, her bir kas, her bir kıl, her bir hücre önce yeni bir yaratma sonra yeni bir boşalma istiyor artık. Sinir uçları küçük bir su kurbağasının dolaşıp, besleneceği büyüklükte su kütlesiyle kaplanmaya başlamış. Cılk cılk eden oynaşmalar arasında, iskeletine kulak veriyorsun hiç bir şey duymuyorsun belli, orta kulağına yerleşen kocaman bir iğrenme topuyla uğraşıyorsun bir yandan…Sen nereden çıktın ansızın, omuz başlarından çürümüş yeşil soğan dalları gibi uzanan kollarına baktıkça korkuyor gözlerin, içini dolduran bir telaş ama yok yürümez bu yığın. Daha öncede yaşadın bunu kafanı önüne eğince beynin burnundan akacak gibi geldi sana ama bu kez akmıyor, burun deliklerinde bir aşağı bir yukarı sümük gibi esneyerek inip çıkıyor, gelip gidiyor. Seni çağırıyor diye bir kap patates yemeğini arzuluyor burnun içinde kuru domatesler ve yeşil bi
Aşk hakkında ve aşıklar hakkında atıp tutuyor, yeryüzünde yazılan tüm şiirler; çiçek böcek mutluluğu zannediyorsun, bir de  üstüne küçümsüyorsun.  Kalbinin çevresinde dolansa biri azıcık, yüzünde güller açıyor kendini kelebek gibi hissediyorsun birden bire o küçümsediğin çiçeğe böceğe dönüşüp Nazım’a, Borges’e, Brecht’e, Asaf'a dadanıyorsun. Kokuyu almış tazı gibi, bacakların kıçına vura vura kovalıyor ama yok aynı bir ağır abi edasıyla kasım kasım kasılıyorsun. Koy ver kendini diyi veriyom ya koy ver kendini. Öl, bit, yan, tutuş… kime ne! Hadi hadi kaldır kadehini vur dibine, bak gözlerime aşkının şerefsizliğine, onursuzluğuna, bayalığına, dımdızlak soymasına, dizleri titretmesine içelim.  Koy ver, gitsin rakılar…
Ne ola bu maş fasulyesi, Maraş’tan mı geliyor ki diyenlere bir tarif. 1 kase maş fasulyesi ılık suda 30. dk bekletilir. 1 çay bardağı kadar bulgur da ılık suda 30 dk. bekletilir. Bu esnada kısık ateşte, 1 yemek kaşığı zeytin yağda, soğanlar kavrulur ama önce 1 soğan yan yan ve ince ince kesilir. Soğanlar iyice cansızlaştıktan sonra 2 sap yeşil soğan doğranır ve eklenir. Ilık suda bekletilen maş fasulyesi ve bulgur soğanlara ilave edilir. 1 su bardağı ılık suda  (kıvamına ve acılığına göre) 1 yemek kaşığı biber salçası, biberiye, kekik, kimyon (arzuya göre eklenir 1 çay kaşığı misal) karıştırılır. Salça sıvı kıvama geldikten sonra isteğe  göre tuz eklenip tencereye eklenir. Maş fasulyesi fazla su çektiği için önce 3 bardak sıcak su sonra pişme esnasında gerekirse 1 bardak sıcak su daha eklenerek bu ne menem şeydir ki pişirilir ve yenir. Afiyet olsun…
ikimiz aynı odanın içinde bir meyva tabağının tam ortasında beyaz sandalyelerin büyüsünde loş ışığın güzelliğinde bir portakal gibi soyulmayı bekliyoruz dilim dilim yenmeyi ve aşksızlığımıza şifa bulmayı
her gün zihnindeki deliğe biraz daha yaklaşmak ne demek biliyorum seni oraya çılgınca çeken şeyin nasıl içerden geldiğini de beyninin içine düşmemek için direniyorsun düşeceksin
hey şu nemli çimenlerin üzerine oturup pantolonlarımız ıslanacak mı diye bakalım mı ıslanırlarsa pantolonlarımızı takas edip bir birimizin ne hissettiğini anlamaya çalışalım mı
tırnaklarını yiyiyorsun ve sararmış parmak uçlarını arada pantolonun cebine sokarak gizlemeye çalışıyorsun bazen bunu yapmayı unutuyor bazen üşeniyorsun eleştirmesin insanlar seni diye onlarla görüşmüyorsun bıyıklarının ucunu sürekli kıvırarak kendini bir hallere sokuyorsun iki sohbetin belini kırmak için oturduğun masada kendini unutuyor oradan kalkıp nereye gidecektin bilemiyorsun gözlerini kısarak halleniyor kendine kızarak hiddetleniyorsun ama bu da sensin be dostum ye tırnaklarını sarart parmak uçlarını bur bıyıklarını unut kendini o masada bu masada ve nereye istersen oraya git hallenip ve hiddetlenip
bir aynadan dikizliyorum gözlerimi arada bir kaçırıyorlar kendilerini benden nereye bakıyorlar göremiyorum ansızın karşılaştığımda donup kalıyorum yüzleşmek bu mu diyorum kendime bu olsa olsa gözlemek kendini utanmadan diyor gözlerim bir dikizin ıssız sessizliğinde insanın kendisini ellemesi gibi özgürleştiriyor insanın kendisini dikizlemesi de
bazı geceler üzerine doğru gelen ağırlığın nedenini bilemezsin hele birde evinde yalnız değilsen odanda bile tek başına kalmana izin vermiyorsa birileri bir takım seslere ve hatta yersiz ilgiye mahkumsan o zaman hiç anlayamazsın üzerine çöken ağırlığın sebebini çünkü durup içine bakmak için bile vaktin fırsatın hakkın yoktur çoğu zaman ama bu akşam üzerine çöken ağırlığın nedeni belki de kardır içini üşüten bir şey aklını kurcalayan bir anı içeride olmanın yükü az sonra sıcak bir koyna sokulacak olmanın utancı vardır belki üzerinde belki bu kar boğazın üzerinden öyle romantik romantik yağmıyordur aklını üşütecek gibi acı acı yağıyordur
beni sana düşmüş görmüşler alevinde yanmış sesinin yankısı olmuş saçlarını koklar bulmuşlar beni sana vurgun beni sana deli olmuş görmüşler inanma ben sen olmuşum inan bana
şuan gördüğüm kadını tanıyamıyorum yüzüne gıdığına başka bir kadın oturmuş gibi ama evvelden eskiden dudakları gülüşü bakışları ellerimi yüzünde gözlerimi gözlerinde gezdirmek isterdim naifliği çekiciliği kibarlığı büyüleyiciydi baktıkça annemi de görürdüm şimdi konuşuyor o dudaklar küçük bir çocuk gibi büzülüp aşağı doğru düşüyor ah işte şimdi ölesim geliyor
dünyayı değiştirmek için sizin  gibi insanlara ihtiyaç var siz yetmediğinize göre hepiniz size benzeyen birer bebek yapmaz mısınız sizin yapamadığınızı yapsınlar diye bir bebek yapmaz mısınız yapmayınız evet sizin yapamadıklarınızı yapsınlar diye birer bebek yapmayınız
En Erken Anı: Meğer Yıllarca Bir Tecavüzün Parçasıymışım! Bazen durup hatırlayabildiğim en erken anımın ne olduğunu düşünürüm. Bunu kız kardeşimden öğrendim, bana bir doğum günümde çok güzel bir mektup yazmıştı ve hatırladığı ilk anısının benimle ilgili olduğunu yazmıştı ne kadar kıymetli bulmuştum kendimi. Bu yazının konusu bu değildi ama canı araya girmek istedi herhalde varsın girsin, çok yaşasın kardeşim, mavi mektubu, anılar ve nice mektuplaşmalar… Ben diyecektim ki; anılarımı tarayınca içinden birbirinden farklı yerlerde, birbirinden farklı konularda, başka başka insanların, birbirini tekrar eden bir sorusuna hep aynı cevabı verdiğim çıkıyor. “Elinde sihirli bir güç olsaydı, nasıl bir gücün olmasını isterdin?” sorusuna hep “Her türlü tecavüzü engelleyecek bir gücüm olsun isterdim” diyerek cevap vermişim, verdim, veriyorum… Yıl oldu 2012 ben öyle bir şey öğrendim ki irkildim kaldım, İneklerin süt üretebilmesi için hamile kalması gerektiğinden, mandıralarda ‘t
Resim
Ben kurbağalarımla mutluyum   - TUĞBA TEKEREK  - 16.12.2012  Evlenmeyi erteleyenler, evlenip sonra dönenler, serbest takılanlar, yalnız geldim yalnız gidiyorum diyenler... Başbakan bir yandan, Aile Bakanı bir yandan korumak için ellerinden gerekeni yapadursun, klasik ailenin çatırtıları buradan çok net duyuluyor. Sayılarla konuşmak gerekirse, yalnız yaşayanların sayısı sekiz yılda yüzde 71 artıp 2010’da 1 miyon 141 bini aşmış durumda. Single’lar hayata nasıl bakar, nerede sosyalleşir, arayışlarına şehir nasıl karşılık verir? Bu dosyada cevapları ucundan yakalamaya çalıştık. http://www.taraf.com.tr/haber/ben-kurbagalarimla-mutluyum.htm Derya Kılıçalp, 38 yaşında, sivil toplum kuruluşunda çalışıyor Ne zamandır single’sınız? Yaşam şekli olarak çok uzun zamandır single’ım. Yedi yıldır insanların meşru bulduğu ve adını ilişki koyduğu şeye sahip değilim. Evde de dört-beş yıldır tek yaşıyorum. Single olmak seçtiğiniz bir şey mi? Tabii ki. Şarkı söyleyen ve albüm çıkartan birinin
gözlerinin içine bakarak yalan söylüyor birileri anlamamak için sen kaçırıyorsun gözlerini kaypak bu millet derdi de babam inanmazdım gençtim umutluydum mutluydum şimdi inatçıyım mutsuz ve de huzursuzum ve gözlerini kaçıranın gözlerine kibrit çöpü gibi batmaya hazırım
19 aralık için yeniden F her telaffuzu yeniden acıtır fe sokar sokar çıkarır her tipi dudağının her bir yerini sızlatır yakmak bu ülkenin siyasi geleneğinde var
ilk yerli keşif uydusunu ondan gelen ilk sinyali svalbard adasını tubitakı tebrik ediyoruz  ama en çok ODTÜlü gençleri seviyoruz demokrasi arayışlarıyla gurur duyuyoruz ne mutlu polis baskısını kabul etmeyen gençlerin varlığına diyoruz demokrasinin uğramadığı ülkenin ilk keşif uydusunu gururla biber gazlarını hain ve hunharca fırlatıyoruz ne mutlu gencim diyene ODTÜlü gençleri seviyoruz
kendini açıklamak zorunda hissediyorsan ortada bir samimiyetsizlik vardır ya sen henüz kendini ikna edememişsindir ya birileri seni dinlememiştir sen kendini izah etmek zorunda hissediyorsan bil ki daha pişmemişsinizdir ama şu da yalan değil anlatmadan anlaşılmazsın dinlenmeden anlatamazsın dinlemeden anlamazsın
kendimden beklemezdim senin gibi bir hıyarı sevmeyi senin bir hıyar olma durumunun bende yaratacağı etkinin bende bir hıyarı sevme etkisi yaratacağını kendimden beklemezdim
közlenmiş yeşil biberin şahitliğinde sev beni çekinmeyelim tuzlayalım derdimizi  çekinme yalayalım parmaklarımızı çekinme kendimiz olalım osurarak hapşırarak ağlayarak sümüklenerek kusarak kendimiz olalım küsme salya sümük sevişelim  gitme
Resim
yalvararak  çıkıyorum tut beni bir kayanın sivri bir köşesine sürterek kendimi kanatıyorum içimi kanımın sana akan yolları genişlesin diye sana bir deryanın köşesinden koca bir okyanus veriyorum gelesin diye
Resim
ilk özgürlük ana rahminden çıkış değil mi bağıra çağıra göbek bağı kesildiğinde alınmaz mı ilk nefes ve kendi göbek bağını kesenlere hayran olunmaz mı bu hayatta cesaretlerinin izleri için ölünmez mi göbek bağını kendi kesen bütün bebeklerin şerefine bir duble rakı içilmez mi
yavruların yanından şimdi kalktım geldim taze kanı damardan ağızdan gözden alıp geldim alt üst nerede olursun ezberi bozarsa biri  orada olursun üçü birden bozarsa alt üst olursun sıraya sokmadan topluca bir kalemde dümdüz gidiyorum açık iletişim dersin ama dümdüz anlatınca büyüsü kaçar dersin her şeyi ben söyleyeceksem ne önemi var dersin işte sen hayatıma en yakından tanıklık eden bir sürü adamın ve kadının edemediği lafı ettin bu akşam saygıyla eğiliyorum önünde sen satır aralarını okuduğunu söyledin insanların detaylara saplanıp kalmasını gizlemedin sense alkolün etkisiyle de olsa dokunmaktan korkmadın ilk kez ben ettiğiniz bu güzellikle sarhoşum bu akşam
uzun boylu genç ve yakışıklı bir adam soluk mavi gözleri ile girdi içeri griye dönüyor nemli havayla karşılaşınca gözlerin dedim su yeşili onlar seni görünce buharlaşıyorlar dedi vuruldum hovardanın uslubuna omuzların bir yelkenli tenin karamelize edilmiş bir tatlı gibi dedim ateşinde kavruluyor denizinde açılıyorum dedi vay lafların cömertliğine geldiğin gibi gidecek misin gözlerinle dedim sensiz kıpırdarsam taş olurum dedi kesildim bittim  gözlerinde
kendisinin çok iyi olduğunu söyleyen insanlardan biraz uzak durmak onları biraz sorgulamak biraz bu küstahlıklarının nereden geldiğine bakmak lazım yaptığı her şeyin iyi olduğunu söyleyen insanların biraz da kötüyü besleyen kötünün varlığına ihtiyaç duyan insanlar olduğunu unutmamak lazım kötüyü gerçek iyiliği meziyet sayıp gözümüze sokuyorsa aman ha
beni darlıyor bu feysbuk gerçekten kopsun gitsin nedir bu kedi merakı koparacağım kuyruğunu bıyığını buracağım yanacağım canına yok mu bir kurtaran sana yazacağım en büyük aşk şiiri yapacağım en büyük güzellik sana feysbuksuz bir hayat vadetmek feysbukta yoksan da seviyorum seni hatta aşığınım tapıyorum
şunu dedim sana bravo hala aynı kadınla kendini kandırmaya devam ediyorsun trafik ışıklarının şehre karışmış ışıklarında bir saniyeden daha az bir sürede kıvırcık saçlarını siyah kabanını yalancı gözlerini gördüm ya ölsem de gam yemem bravo nasılda iğrenç bir dünyadan nefretini kusa bilirken bir o kadar iğrenç olabiliyorsun harika bir am derdine bir ahla nasıl da sata biliyorsun ruhunu bravo ve yanılmıyorum ya hakkında bana da bir bravo
o akşam tanımadığım onca adamla gitmemi istememiştin endişelenmiş gerilmiştin bende kendimden emin önce seni sonra kaderimi öpüp gitmiştim gitmiştim ve giderken seni bir derinliğe gömmüştüm sen bilmiştin o gece o adamlarla mutluluktan ölmüştüm zevkin içinde kaybolmuş üstüne bir de yeniden uyanıp kendi kendimi avuçlar vaziyette yaşamaya devam etmiştim değil mi insanın kararları kendini avuçlarken bulmasına neden olmaz mı ama en iyi şey insanın kendisini avuçlaması değil mi hayatta avuçlarımızın boş olmaması değil mi
bu daha sadece başlangıç masada olmayanlar için vurduğun kadeh kaçırdığın bulutlar için kamaşan gözler sızlayan burun kemikleri uğruna dans edemediğin güneş ve ellerini üzerinde gezdiremediğin bir ten için bu bir başlangıç
duruma birlikte bakalım mı gözleri dolu ile yağmur arası bir adamın yanından az önce kalktın bıraksan yağacak kalksan tutulacağın bir adam ve insan ki o ne ise şunu soruyor ne ister bir mahlukat mutlu olmamak için bütün  nedenleri kurmuş sıralamış dizmiş inanmışsın sırtında bir radyatörün ciğerlerine kadar gelen sıcağında ve üzerinde yanık sandal ağacı  kokusu taşırken coşmuşsun canın akşamcı gibi erol çekmiş giden adamın ardından laflar kursağına dizilmiş bir roka salatası kadar acı bir o kadar vazgeçilmez arzulusun gittiğin yollardan dön döndürecek kadar çıplaksın 
hiç gözlüklü bir evsiz görmedim ben sadece evi olan insanların  görme bozukluğu olması garip değil mi
şu anda nerede olursan ol şunlardan en az biri senin yanında elektrik teknoloji bilgisayar akıllı telefon bunların internet bağlantısını ödeyecek paranın garantisi sıcak bir içecek sanalda olsa bir sohbet şu saatte uykusuz kalabilme lüksü dizlerinde bir battaniye kafanı gömdüğün yerden kaldırdığında bakabileceğin bir pencere belki arabanın belki otel odanın belki yatak odanın belki evinin belki vapurun belki otobüsün penceresi şu hislerden en az biri seninle güven eğlence merak şu anda tam şimdi ben bu satırları yazarken şunlardan en az biri hayatında olan birinin yanından koşarak geçtim koşarak sıcak  güvenli huzurlu evime geldim ısınmak için içine işediği pet şişeyi bacaklarının arasında tutan üzerinde battaniyesi soğuğu hissetmemek için uyumak isteyen kafasını soktuğu bacaklarının arasından çıkarttığında uçsuz bucaksız gökyüzünü görmek için bir pencerenin ardından bakamayan tecavüz darp kaygı endişe
kendiliğinden olsun istiyorum yaşam moda sahilinde duran bir kaya gibi seninle mi konuşmuştuk yoksa seninle mi taş taş olmak için kuş kuş olmak için uğraşmıyor demiştim doğa kendi kendini yeniliyor sürdürüyor yorulmadan bedel ödemeden kendiliğinden olmak istiyorum hayatta demiştim yazmıştım bunu hatta söyleşmiştik seninle çabasız, gayretsiz algılanmasın niyetim niyetim soluğumla durabilmek dalgalı denizin üzerinde herkes bir yerlere koştururken baka kalmak arkalarından ve yapabiliyorsam yanıma davet etmek kulaklarına fısıldayarak bazen haykırarak ve bazen ölerek ama yeniden dirilerek
senin düşündüklerini ben de düşünüyorum bu beni de çok düşündürüyor kara delik gibi nasıl bir coğrafya nasıl bir beden nasıl bir zaman bizi taşırdı bambaşka şeyler hayal ederken gerçekler ne oldu bir de bunlar gerçekten gerçek miydi
herkes birbirini takip etsin açarsan bakarız olmuyor mu bu şimdi ben açtım diye senin bakman mı gerekiyor ee bakmamı istemiyorsan açma mı oluyor bu takip mevzusu röntgene de giriyor mu bir nevi
içim söküldü seni beklerken eski bir piyanonun yarım yamalak tuşları gibiyiz birimiz siyah birimiz beyaz tamamlanamayacak bir gökkuşağı hayaliyle aranıyoruz
insanlara acımıyorsunuz bari kendinize acıyın bütün denizleri doldurarak karaları büyüterek binaları kocaman kocaman dikerek ağaçları kesip her yeri hamam taşına çevirerek götünüze sokacağınız bunca şeyden geçtim sizin götün de bir kapasitesi vardır muhakkak acır diye düşünüyorum 
akıllı insan hastalığına yakalandın aptal gibi tüm sözcüklerimin  etimolojisine dalıp piç bıraktın gözlerimi
yardım ve yataklık ettim sana bugün isteyerek yardım ettim isteyerek yataklık şöyle ayak ayak üstüne uzatıp yan gelip yatacağın bir yatak gözlerini kapatıp kendini unutacağın suyun üstünde batmayan bir su yatağı yattığın yerden huzuru bulman için yardım ve yataklık ettim sana bugün
huzurlarınızdan erkenden ayrılıyorum gece gördüğüm rüyalardan kaçamayacağımı anladım bir karakol yağlı copuyla bana tecavüz etmeye hazır bir polis koşmaya çalışan bir kadına yardım etmekten içerdeyim kostümler içinde yüzleri boyalı dost görünümlü birkaç adam bir hastane bahçesini beyaz önlüklü doktorları anımsatan gel gitler odana gelen ziyaretçiler ve seni rüyasında  kırmızı elbiseler içinde sahneye çıkmış şarkı söylerken gören birinin telefonu rüyaları rüya olmayanlardan ayıramıyorum bu sebeple aranızdan biraz erken ayrılıyorum
annem erkenden gördü erkenden  duydu yine sesimi sabahın onbuçuğunda gece atacağım çığlıkları sezdi annem yine tuttu beni annem tut beni göğsünde
acılarımız ortak ya seslerimiz neden gömdük içimize neden unuttuk neden yok saydık bize köşelere çekilip ağlamak mı düştü tarihte
valla tutamaz beni bu gece kimse salarım kendimi aşağıya bırakır giderim bedenimi ruhumun başı selametle
beni nasıl bir gece bekliyor uzun uğraşların sonunda uzun sohbetlerin uzun yazıların uzun konuşmaların uzun okumaların sonunda tekrara düşmekten korkan insanların anlamsız kaygılarıyla hırsı çözemeyen bu beynin hırstan gelen hazımsızlığı nasıl anlasın ki nasıl bir gece olacak bu böyle inci inci dökülecek mi duvarların bir kahır ve rutubet kokusu kaybolup giden fresklerin ardından yakılan yaslara daha da ağır bir hal mi verecek kendini omzundan kopartıp sallandıracak mısın bilemeyecek misin yoksa bu gece nasıl bir gece olacak hangi şişenin dibine düşecek hangi tatlı suda küçük bir balık olacaksın şaşkın içinde dolaşanı rahat bırakacak mısın gezsin oradan oraya bir sancı bütün gece arşınlayacak mı seni bu gece nasıl bir gece olacak bir üzüm bağımı sanacaksın kendini yoksa kalp kalp bir anason mu ah sen sokaklara düşmek ister gibi dışarıyı özleyerek nasıl edeceksin sabahı kim bilir nasıl bir gece olacak parmak ucundaki bu ezik
bak şimdi hava puslu ya kim bilir nerelere gidiyorsun aklında gözlerin dalıyor bir camın arkasından bakıyorsun vapurun otobüsün odanın iş yerinin gözlerinin arkasından bakıyorsun dalıyorsun şimdi tuzlu bir tat damağında için hafif buruk bu havalar seni hep böyle yapıyor tanıdık ama her seferinde yabancı tenin ürperiyor ellerin kollarında geziniyor kısa süreli ısınmaların uzun süren boşluklarında kayboluyorsun bir yağmur düşünce bir çam kokunca çocukluğuna koşuyorsun şehir çamura doyuyor sen deryaya doyuyorsun bir yağmur düşüyor sen doluya dalıyorsun dopdolu bir yaşamın yağmurlarında bir camın ardından kendine bakıyorsun
Susmaktan korkan insan! Ortam sessizleşince herkes gerilir. Kuru gürültü olsun ama olsun bir şey… bu nedenle televizyonlar hiç kapatılmaz ev oturmalarında bile, iki lafın belini kırmaya gitmişsindir oysa, ya tv açık ciyak ciyak ya önünde bir kase çekirdek çıtla dur. Ama ev oturması değilse konu, bir karşılaşma anı ise, yeni tanışan insanlar, flörtleşen birileri, birbirinden hoşlaşan iki kişi, ateşle barut, şeytanla melekse konu, o zaman işler değişiyor işte. Susmaya tahammülü olmayan insanlar hep kendilerini gizliyorlar aslında, çok konuşana lafım yookk, sessizliğe tahammül edemeyene lafım var. Ortamı koklamasın kimse, algıları devreye girmesin, hep bir harala gürele, gerçekler ortaya çıkmadan lak lak ver gazı yokuş aşağı muhabbetler. Sessizlik dinginlik bazen, seni ve onu kendi haline bırakmakta güzel, iteleye iteleye gitmez ki ne dostluk, ne aşk, ne sohbet, iteleye iteleye davarlar gider memlekette o da itilmek istemez. Sen gel beni dinle arada kısa cümleler kur, kaşı
biliyorum insanlar yavaş geliyor sana dünya sence yavaş dönüyor ama telaşe etmeden de hızlı hareket edebilirsin ama paniklemeden de yetişe bilirsin kendine biliyorum aklın bedeninden daha hızlı ama hayat içinde süzülürken daha tatlı
aklımdan bir duble rakının içinde buz gibi geçiyordun karışan suya akan boğazımdan günün her hangi bir saatinde gel davet beklemeden diyordum tam davetin geldi geliyorum
İnsan evladının spor müsabakası izleme deneyimine, kahve ve benzeri kamusal alanlardaki erkek izleyici heyecanı karışınca ortaya çıkan şey artık sanırım başka bir hal alıyor. Binanın temelinden semaya doğru yükselen öhğğğ böğğhhh sesleri doğaya zarar verdiği gibi nöronda impuls oluşturan bir etkiye de dönüşüyor. Buradan bu spor müsabakasını izlemeyi acaba sadece insanlar mı deneyimlese sorusu vuku buluyor.
Herkes kendi hikayesini anlatmayı sever. Ama sonra anlattığı hikayeyi bir dinler kendi kulaklarıyla, bir okur kendi gözleriyle kendinden sıkılır. Herkes kendi hikayesini değiştirmek, yeniden yazmak hiçbir şey yapamasa bile finalini değiştirmek ister. İnsanlar sonunda kendisinin bile dinlemekten sıkılacağı hikayelerin baş kahramanı olduğunu farkına vara vara o hikayeleri yazarlar, senaryolaştırıp oynarlar. Gişe rekorları kırmayı beklerler izleyici bulamayınca hayal kırıklığına uğrarlar. Sorsan o filmi kendileri bile görmek istemezler… Alışkanlıklardan, rutine bağlamaktan, gece yatamamaktan, sabah kalkamamaktan, eşinden, çocuğundan, işinden, kendinden şikayetçidir insan hep. Hep her sabah yeni bir güne başlayacak, her  Pazartesi dünyası değişecek, her Cuma hayatı bundan sonra tatil olacak zanneder. Hayatına her girenin “O” olduğunu, artık kimse için çaba sarf etmesi gerekmediğini düşünür, baltayı taşa vurur… İnsan hep ister, bekler, şikayetçi olur, eleştirir, söylenir, b
sürpriz yapmayı seven bir sürpriz hazırlığı içinde olan sürprizli biriyle olmak isteyen insanlar için bir öğüt her sürpriz başka bir sürprizdir sürprize giden sürprizlenebilir
AÇLIK Acıkmasaydık… Karnımızı doyurmaya ihtiyacımız olmasaydı… Beslenmek sadece biyolojik bir eylem olarak kalabilseydi… Uzun yıllar, yemek, güç ve statü ilişkisi ve açlığın giderilmesi için insanlığın göze aldığı şeyler üzerine düşüne düşüne karnımı doyuramayacağımı anladım ama açlığımı gidermek için sarf ettiğim enerjiyi en aza indirebileceğimi de buldum. Açlığa tahammül edemeyen, yemek yemenin dünyanın en büyük nimetlerinden biri olduğunu düşünerek inanılmaz bir iştahla yemek yiyen bir insanken nasıl da eleştirdiğim o tüketim çılgınlığının içinde açlıkla savrulduğumu ve aslında nasıl utanılacak bir şuursuzluğun içinde olduğumu gördüm. “Her şeyi yerim” diye başlayan yemek sohbetlerimin, ballandıra ballandıra yemek tariflerine oradan ocak başlarına, rakı sofralarına, oradan midye dolma tezgahlarına kesmezse kelle paça, dil, işkembe arasında seçim yaparak sonlanan yemek ziyafetlerine varması çok da uzak bir tarih değil. Sadece yemek yemek söz konusu olduğunda bu çok masu
şimdi bu gürleyen göğün altında leb-i derya bahanesi ah bu gönül şarkıları güzellemesi yanık mandalina kabuğu kokuları arasında arada bir çakan şimşekle aydınlanan yüzünü karşıma alıp demlenmek düşmez mi bana
içimden sana düşecek bir şeyler var seziyorum öyle bir yerde duruyorsun ki
trafikte kaos yaratmaktan korkmayan ey halkım kırmızı ışıkta geçen bütün yayalar bütün şoförler ambulansa yol vermeyip kendilerine yeşil yandı diye yola atlayan bütün yayalar geçip gidiveren bütün şoförler market, bakkal, alış veriş merkezi açılışlarında bedava ürün dağıtımında birbirini ezme pahasına  orada olan maça gidip küfürle yeri göğü inleten araba camlarını yerden söktüğü kaldırım taşları ile parçalayan evinde mahallesinde ilişkisinde kaos yaratmaktan korkmayan çekinmeyen üzerine düşünmeyen ey halkım götümüzdeki dona kadar soyulduk özgürce söyleyecek tek bir lafımız kalmadı parklar bahçeler  gökdelenler ve  alış veriş merkezleri için yağmalandı tarih yıkılıp yerine 15 yıldızlı oteller kondu kaos yaratma gücü sen de olan ey halkım neredesin varsa trafiği alt üst etme gücün kendi varlığınla bir başkasının varlığını tehdit etme yetin neden duruyor ve hala  yıkmıyorsun
önce al takke ver külah sonra al mektuplarını ver mektuplarımı insanlar neden ayrılınca ilişkisini bitirince kızınca görmek istemeyince dönüp arkasını gitmek isteyince verdiği şeyleri geri ister hadi sevgini aşkını kalbini bakışlarını sözlerini aldı geri peki hediyeler fotoğraflar mektuplar onları niye geri alır geri alınca ne olur sonra alıp onları başkasına mı verir
şöyle bir yere gömülmek isterdim sanırım yakılmayacaksa cesedim bir dağın tepesine püfür püfür bir rüzgarın koynuna tepemde daima uçuşan kuşlar ister alıcı ister bakıcı çıksın kanatlarından sesler yeter kocaman kocaman kayalar olsun isterdim sağımda solumda olurda yolu düşerse bir gezginin kıçını koyacağı bir taş sırtını dayayacağı bir ağaç ama bir mezar taşı değil ve kimsenin gelmek zorunda olmayacağı bir yere gömülmek isterdim bir başına göğe taşa toprağa kuşa yakın insana uzak ama bir cesedim bir mezarım olmayacak benim ve insanlardan uzak olamayacağım ben bir ölümsüzün bin derdinden biri de budur çünkü
İnancın için inat et! Evet inanmamız gerektiği söylendi bize; yaşam hakkına saygı duyana, özgürlüğü baş tacı edene, samimi ve art niyetsiz bulduğumuz şeylere, kendi özgür irademizle seçebileceğimiz şeylere inanmamız ve seçimlerimizden dolayı yargılansak da inancımızdan vazgeçmemiz gerektiği öğretildi. Evet inanmamız gerektiği söylendi bize ama önce kendimize! Evet inanmamamız gerektiği söylendi bize; yalana, riyaya, sahtekarlığa, art niyete, samimiyetsizliğe, özgür iradenin seçim yapmasına engel olacak zihniyete inanmamız gerektiği ve bu zihniyeti ifşa etmemiz gerektiği öğretildi. Evet inanmamamız gerektiği söylendi bize ama önce yobazlığa! Bin bir çeşit normun altında ezilerek, boyun eğerek ve lanet ederek geçirdiğimiz günlere dönüp hep beraber bir bakalım ne olur!? Çocukluğumuza, gençliğimize, yetişkinliğimize, yaşlılığımıza… Her yaşın, her cinsiyetin, her mesleğin, her kültürel yapının, her ilişkinin, her ahlak silsilesinin, her törenin, her göreneğin, her zevkli, eğlenceli
bu gece içimden geçen son teklifi sana yaptım dağ kekiği sarımsak kırmızı süs biberi sosunda kızartılmış adi patatesleri senin şerefine yiyiyorum iyi ki doğdun bir kısmının üzerine yeşil köy biberi tarla domatesi közlenmiş patlıcandan ayrıca bir sos daha yaptım bu sebepten yeniden daima iyi ki doğdun
demek sen dönerken dünyanın durması böyle bir şeymiş demek dünyanın hızının sana yetişememesi de mümkünmüş demek insanlar gerçeklerden bu kadar sıkılmış demek insanlar gerçekten kaçacak delik arıyorlarmış demek kahkahalar, gülüşmeler bir suskunluğun ağırlığını bozmak içinmiş demek insanlar konuşamamaktan paylaşamamaktan yalnız kalmaktan korkup birkaç gramcı oluyorlarmış 
gökyüzünde bir su kuyusu yeryüzünde koca bir delik ve kör bir ebe tüm evrenin dişlerinden tüy burnundan tırnak gözlerinden idrar çıkaracak kadar kör bir ebe
ben kendimi anlatmanın  türkçesini bulamadım bulamadım gözümden akan damlaların tezahürünü içselleştirdiğim cümlelerin hayatların karşılığını bulamadım gökte dolunay dileyen gönüller tanıdım yar elinden çeken üstüne bir de yardan yardım dileyenler tanıdım aşkta boğularak canını kanatanlar bildim ama ben bu işin kalpteki yansımasını çözemedim her acının kendi  çapı kendi yangını var bilemedim bu gece dolunay tüm dileyenlerin kalbine aydınlık dilemeyi bildim vicdan dilemeyi bildim
diyelim ki seviyorsun bir kadını ya da bir adamı o  adamı  ya da o kadını biri daha seviyor nesi kötü hiç kimse tarafından sevilmeyen birini mi sevmek istiyordun yoksa diyelim ki seviyorsun  bir kadını ya da bir adamı ama evli senden önce başka biri daha sevmiş o adamı ya da o kadını şans bu ya sen de sevmişsin o adamı ya da o kadını peki bu seni kötü mü yapar  sevilen birini sevmek  seni şerefsiz mi yapar peki ya sevilen birini sevmek seni neden bozar peki herkes seviyorsa birbirini bu dünyayı neden bozar
-arnavutköyden geçiyormuş -tesekkur ederim -sen özbek misim -ya sen yavşak mısın
küçücük evlere toplanırdık başka tenler başka renkler başka hayaller uçuşurdu havada başka başka topraklardan gelir başka başka kokardık her birimiz göz göze gelmezdik ele verilmekten korkarak hiç konuşmadan ama hep söyleyerek dizlerimize vurarak ellerimizi dost sigaralarında boğularak aynı şeyleri özlerdik biz barışı ve aşkı özler topraklarımızda özgürlük olsun isterdik biz hep birlikte bir bağlamanın telinde uzaya kısala büyütürdük bir birimizi büyütür büyütür mücadelemize eklerdik biz hiç susmadan ama hep susarak barışı ve aşkı özler topraklarımızda özgürlük olsun isterdik
öğrenmeyi o kadar da sevmem aslında öğrendiklerini ne yapacağını bilemiyor insan bazen bilememek korkutuyor ama bilmek çıldırtıyor daha çok öğrenmeyi o kadar da sevmiyorum bazen ama sen her gün ısrarla her gün  yeniden öğretiyorsun bana hem yeniden hem yeni yerçekimini bedenin zayıflığını doğanın gücünü bir gözde kaybolmayı bir denizde boğularak kıyıya çıkmayı çıplak bir seste giyinmeyi bir tene düşmeyi insanın kötüyle ilişkisini yazmanın eylemliğini yürümenin gücünü durmanın kudretini zamanın derinliğini öğrenmeyi o kadar da sevemiyorum bazen öğrendiklerimle ne yapacağımı bilemediğimde seni o kadar sevemiyorum bazen
öylece bekliyorsun köşede ta ki biri sesini çıkartana seni gelip bulana kadar naifliğinden değil sıranı beklemenden değil kibirinden kibirinden kibirinden
tatyos efendi albümünden çıkıp geliveren bir şarkıyla denizin ortasına bırakılmış bir manastır fotoğrafıyla kuzinede pişirilen patatesi bölüşme teklifleriyle masama hüznü bırakı veren dostlar hani bunun rakısı nerede ayıp olmuyor mu
şu an denizin ortasında yıkık, harabe bir manastıra bakıyorum. beni tam ortasındaki yıkıklığa, tam ortasındaki acıya hüzne çekiyor. gözlerimi alamıyorum alev alev yanıyor sanki. bir zorba terk etmiş gitmiş belli. dertten kafası büyümüş, kolları cılız kalmış, görkeminden gözleri yanmış sanki, uzayıp giden boğazından akan şarap kan gibi karışmış deryaya. bu taşlar, bu deniz, bu toprak, üzerinden geçip giden yüzlerce yıl gözlerim ol! bu alev saçlarım ol! bu cılız kollar sar beni! ve ben bu taşlara, bu denize , bu toprağa , sürmek istiyorum kendimi.
Arka duvardan bir ses geliyor. Orada süren bir hayat var, sesler sana yaşanılan keşmekeşi getiriyor, duyuyorsun. Sevmekle, kalabalıkla acıyla karışık… Yan döşekte, yorgan altında, kaçak güreşir gibi sevişirken anası babası, yer döşeğine kulağını gömen çocuklar gibi duymamak için süzülüyorsun kendi içine. Ama yan ev tepişiyor apansız, analar babalar güreşiyor kaçak maçak, adına kiminin sevişmek dediği arbedede, yıkıyor seni her türlü; yan ev, yan döşek yıkıyor derinden. Kime alan açayım desen duvarlarını yıkıp, seni bir kaosun içine sokuyor.  Seni bir yorganın altına alıp kaçak maçak becermek istiyor. Ama hani herkesin özeli vardı duvarlara gerek kalmadan, duvarları yıkan özeller vardı hani beraberinde seni de yıkan. Arka duvardan, yan döşekten, komşundan, ailenden, aşkından, sevgilinden, dostundan, arkadaşından, içinden sana doğru bir yıkım geliyor, ıslığını sadece senin duyduğun yardım çağrılarının arasında kaybolduğun. Seni bir yorganın altında, bir duvarın arkasında,
Gördüm ki her fırsatta kendini yokuş aşağı bırakıyorsun korkusuz. Kime, neye çarparım, kim tutar, kim bakar, kim seyreder aldırmadan! Dikişsiz bir ağız, el frensiz bir kafa, korkusuz bir kalple… Görüyorum ki vuruyorsun yokuş aşağıya… “Tutacağım seni yumuşacık sallan gel” diyor biri; şaşırıyorsun açık, tutmaya meraklı değil, tepmeye, itmeye, hırpalamaya, yuvarlamaya meraklı çok…
doğruyu söylemenin bedelleri senin yüzünden çekilen mide ağrıları gece ağır kafa güzelleme ritüelleri boş yok dedi kodu dedi kodu halleri suratına bakmayan trip vari yüz kası hareketleri yalayanı koynuna al rahatla
Bu başı alıp duvardan duvara, bir çıngıraklı yılan çıngırağı, bir kuyruklu yıldız kuyruğu, bir sarkaç saat sarkacı, bir delinin deliren salyaları gibi oradan oraya; zamanı, göğü, doğayı ve insanı unutarak savurmak yok mu aklında? Bırakıp gitmek buradan, buralardan, oralardan, şuan oturduğun masadan kalkıp gitmek, şimdi yattığın yataktan çıkıp gitmek, az önce açtığın evin kapısını arkandan bir daha açmamak üzere vurup çıkıvermek, şimdi ettiğin bir lafı geri alıp o meclisten çıkıp gidivermek sözünü kolunun altına alıp… yok mu o deli aklında? Oralardan, buralardan, geçmişten ve gelecekten, belki, sonra, ama ile başlayan cümlelerden kaçıp kurtulasın yok mu? Bir ağırlık gibi taşıdığın, taşıdıkça toprakla beraber göçerttiğin hayattan göçüp gidesin yok mu? Deli başının delirdiğini, sıyrıldığında kemiklerin arasının yavaş yavaş açıldığını, sinirlerin uçlarının eridiğini, ettiğin lafların elektrik akımı ile yüklü olduğunu anladığın gün, gelmedi mi bu gitme isteği? Biliyoru
boğazımdan  yumurtalıklarıma doğru  bana bırakma dediğim halde  bıraktığın sendenlerle  uğraşıyorum
kulaklarınızı tıkamayın gözlerinizi yummayın sesimi bastırmak için daha yüksek sesle konuşmayın yormayın kendinizi daha buradayım gitmiyor kalıyorum yolumuz uzun sizi solluyorum
eski sevgilinle mi barıştın cesaret gelmiş bakışlarına eski sevgilini mi unuttun cesaret gelmiş bakışlarına