Kayıtlar

Aralık 2, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
annem erkenden gördü erkenden  duydu yine sesimi sabahın onbuçuğunda gece atacağım çığlıkları sezdi annem yine tuttu beni annem tut beni göğsünde
acılarımız ortak ya seslerimiz neden gömdük içimize neden unuttuk neden yok saydık bize köşelere çekilip ağlamak mı düştü tarihte
valla tutamaz beni bu gece kimse salarım kendimi aşağıya bırakır giderim bedenimi ruhumun başı selametle
beni nasıl bir gece bekliyor uzun uğraşların sonunda uzun sohbetlerin uzun yazıların uzun konuşmaların uzun okumaların sonunda tekrara düşmekten korkan insanların anlamsız kaygılarıyla hırsı çözemeyen bu beynin hırstan gelen hazımsızlığı nasıl anlasın ki nasıl bir gece olacak bu böyle inci inci dökülecek mi duvarların bir kahır ve rutubet kokusu kaybolup giden fresklerin ardından yakılan yaslara daha da ağır bir hal mi verecek kendini omzundan kopartıp sallandıracak mısın bilemeyecek misin yoksa bu gece nasıl bir gece olacak hangi şişenin dibine düşecek hangi tatlı suda küçük bir balık olacaksın şaşkın içinde dolaşanı rahat bırakacak mısın gezsin oradan oraya bir sancı bütün gece arşınlayacak mı seni bu gece nasıl bir gece olacak bir üzüm bağımı sanacaksın kendini yoksa kalp kalp bir anason mu ah sen sokaklara düşmek ister gibi dışarıyı özleyerek nasıl edeceksin sabahı kim bilir nasıl bir gece olacak parmak ucundaki bu ezik
bak şimdi hava puslu ya kim bilir nerelere gidiyorsun aklında gözlerin dalıyor bir camın arkasından bakıyorsun vapurun otobüsün odanın iş yerinin gözlerinin arkasından bakıyorsun dalıyorsun şimdi tuzlu bir tat damağında için hafif buruk bu havalar seni hep böyle yapıyor tanıdık ama her seferinde yabancı tenin ürperiyor ellerin kollarında geziniyor kısa süreli ısınmaların uzun süren boşluklarında kayboluyorsun bir yağmur düşünce bir çam kokunca çocukluğuna koşuyorsun şehir çamura doyuyor sen deryaya doyuyorsun bir yağmur düşüyor sen doluya dalıyorsun dopdolu bir yaşamın yağmurlarında bir camın ardından kendine bakıyorsun
Susmaktan korkan insan! Ortam sessizleşince herkes gerilir. Kuru gürültü olsun ama olsun bir şey… bu nedenle televizyonlar hiç kapatılmaz ev oturmalarında bile, iki lafın belini kırmaya gitmişsindir oysa, ya tv açık ciyak ciyak ya önünde bir kase çekirdek çıtla dur. Ama ev oturması değilse konu, bir karşılaşma anı ise, yeni tanışan insanlar, flörtleşen birileri, birbirinden hoşlaşan iki kişi, ateşle barut, şeytanla melekse konu, o zaman işler değişiyor işte. Susmaya tahammülü olmayan insanlar hep kendilerini gizliyorlar aslında, çok konuşana lafım yookk, sessizliğe tahammül edemeyene lafım var. Ortamı koklamasın kimse, algıları devreye girmesin, hep bir harala gürele, gerçekler ortaya çıkmadan lak lak ver gazı yokuş aşağı muhabbetler. Sessizlik dinginlik bazen, seni ve onu kendi haline bırakmakta güzel, iteleye iteleye gitmez ki ne dostluk, ne aşk, ne sohbet, iteleye iteleye davarlar gider memlekette o da itilmek istemez. Sen gel beni dinle arada kısa cümleler kur, kaşı
biliyorum insanlar yavaş geliyor sana dünya sence yavaş dönüyor ama telaşe etmeden de hızlı hareket edebilirsin ama paniklemeden de yetişe bilirsin kendine biliyorum aklın bedeninden daha hızlı ama hayat içinde süzülürken daha tatlı
aklımdan bir duble rakının içinde buz gibi geçiyordun karışan suya akan boğazımdan günün her hangi bir saatinde gel davet beklemeden diyordum tam davetin geldi geliyorum
İnsan evladının spor müsabakası izleme deneyimine, kahve ve benzeri kamusal alanlardaki erkek izleyici heyecanı karışınca ortaya çıkan şey artık sanırım başka bir hal alıyor. Binanın temelinden semaya doğru yükselen öhğğğ böğğhhh sesleri doğaya zarar verdiği gibi nöronda impuls oluşturan bir etkiye de dönüşüyor. Buradan bu spor müsabakasını izlemeyi acaba sadece insanlar mı deneyimlese sorusu vuku buluyor.
Herkes kendi hikayesini anlatmayı sever. Ama sonra anlattığı hikayeyi bir dinler kendi kulaklarıyla, bir okur kendi gözleriyle kendinden sıkılır. Herkes kendi hikayesini değiştirmek, yeniden yazmak hiçbir şey yapamasa bile finalini değiştirmek ister. İnsanlar sonunda kendisinin bile dinlemekten sıkılacağı hikayelerin baş kahramanı olduğunu farkına vara vara o hikayeleri yazarlar, senaryolaştırıp oynarlar. Gişe rekorları kırmayı beklerler izleyici bulamayınca hayal kırıklığına uğrarlar. Sorsan o filmi kendileri bile görmek istemezler… Alışkanlıklardan, rutine bağlamaktan, gece yatamamaktan, sabah kalkamamaktan, eşinden, çocuğundan, işinden, kendinden şikayetçidir insan hep. Hep her sabah yeni bir güne başlayacak, her  Pazartesi dünyası değişecek, her Cuma hayatı bundan sonra tatil olacak zanneder. Hayatına her girenin “O” olduğunu, artık kimse için çaba sarf etmesi gerekmediğini düşünür, baltayı taşa vurur… İnsan hep ister, bekler, şikayetçi olur, eleştirir, söylenir, b
sürpriz yapmayı seven bir sürpriz hazırlığı içinde olan sürprizli biriyle olmak isteyen insanlar için bir öğüt her sürpriz başka bir sürprizdir sürprize giden sürprizlenebilir
AÇLIK Acıkmasaydık… Karnımızı doyurmaya ihtiyacımız olmasaydı… Beslenmek sadece biyolojik bir eylem olarak kalabilseydi… Uzun yıllar, yemek, güç ve statü ilişkisi ve açlığın giderilmesi için insanlığın göze aldığı şeyler üzerine düşüne düşüne karnımı doyuramayacağımı anladım ama açlığımı gidermek için sarf ettiğim enerjiyi en aza indirebileceğimi de buldum. Açlığa tahammül edemeyen, yemek yemenin dünyanın en büyük nimetlerinden biri olduğunu düşünerek inanılmaz bir iştahla yemek yiyen bir insanken nasıl da eleştirdiğim o tüketim çılgınlığının içinde açlıkla savrulduğumu ve aslında nasıl utanılacak bir şuursuzluğun içinde olduğumu gördüm. “Her şeyi yerim” diye başlayan yemek sohbetlerimin, ballandıra ballandıra yemek tariflerine oradan ocak başlarına, rakı sofralarına, oradan midye dolma tezgahlarına kesmezse kelle paça, dil, işkembe arasında seçim yaparak sonlanan yemek ziyafetlerine varması çok da uzak bir tarih değil. Sadece yemek yemek söz konusu olduğunda bu çok masu
şimdi bu gürleyen göğün altında leb-i derya bahanesi ah bu gönül şarkıları güzellemesi yanık mandalina kabuğu kokuları arasında arada bir çakan şimşekle aydınlanan yüzünü karşıma alıp demlenmek düşmez mi bana
içimden sana düşecek bir şeyler var seziyorum öyle bir yerde duruyorsun ki
trafikte kaos yaratmaktan korkmayan ey halkım kırmızı ışıkta geçen bütün yayalar bütün şoförler ambulansa yol vermeyip kendilerine yeşil yandı diye yola atlayan bütün yayalar geçip gidiveren bütün şoförler market, bakkal, alış veriş merkezi açılışlarında bedava ürün dağıtımında birbirini ezme pahasına  orada olan maça gidip küfürle yeri göğü inleten araba camlarını yerden söktüğü kaldırım taşları ile parçalayan evinde mahallesinde ilişkisinde kaos yaratmaktan korkmayan çekinmeyen üzerine düşünmeyen ey halkım götümüzdeki dona kadar soyulduk özgürce söyleyecek tek bir lafımız kalmadı parklar bahçeler  gökdelenler ve  alış veriş merkezleri için yağmalandı tarih yıkılıp yerine 15 yıldızlı oteller kondu kaos yaratma gücü sen de olan ey halkım neredesin varsa trafiği alt üst etme gücün kendi varlığınla bir başkasının varlığını tehdit etme yetin neden duruyor ve hala  yıkmıyorsun
önce al takke ver külah sonra al mektuplarını ver mektuplarımı insanlar neden ayrılınca ilişkisini bitirince kızınca görmek istemeyince dönüp arkasını gitmek isteyince verdiği şeyleri geri ister hadi sevgini aşkını kalbini bakışlarını sözlerini aldı geri peki hediyeler fotoğraflar mektuplar onları niye geri alır geri alınca ne olur sonra alıp onları başkasına mı verir