Kayıtlar

2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
kaybetmeye hazır değilim bu çağlayanın kaynağını acıyla yağan yağmurun doldurduğu her çukurun gebesiyim ak dol sev gitmene hazır değilim
gittiğim her yerdesin çaresiz ellerindeyim kalbindeyim gözlerinde dilindeyim geldiğin yerdeyim
sanki bir şeyden çok korkuyorsun daha derinde daha içinde bazı şeyleri konuşmaya anlamaya ihtiyacım var biraz daha yakından ve içeriden olmaya yaşamına yapılmış bir büyü kırılmış bir enerji senden çalınmış bir hayat görüyorum  üzerine konuşarak suni teneffüs yapmak istiyorum sanki bir hapistesin  emin değilim ve kırmaktan korktuğun bir cam küre var nefes almanı güçleştiren seni diriltmek istiyorum deniz suyuyla derya içinde
neden bu kadar arzuluyorum seni tüm ölü ruhların gölgesinde neden giriyorum senin kefenine
yer gök isyanda aklını ne zaman başına ayaklarını ne zaman başa başını ne zaman fezaya topla şalvarını artık yallah ya
insan kendiyle savaşını bitiremez asıl sorun başlatamadığındadır asıl işte o zaman asla ölemez
seni bulduğum günden beri haram bana uyku ne karabasanlara ne kötü rüyalara ne de tarifsiz cadılara bırakamam seni senden beri uyku yok gözümde aşkın var içimde
yarat beni terinden metilfenolin olayım koltuk altında
bir öykünün iki kahramanından birisin iki öykümün birinci kahramanısın üzerine üzerine uzanıyorum
beni o dünyaya tıkmaya kalkma tıkanmayı kaldıramam akmamın önünde durma akmadan duramam
senin parlak gözlerine ince dudaklarına konmak istiyorum usulca ama böyle sakin kalamam sonsuza kadar
taa orada en derin mahzende belki de senin sıcacık bacak aranda küçücük sıcak ve nemli amcığında belki de senin ta içinde sorgulanması mümkün olmayan bütün doğruları buldum ben
inan birlikte yürüyor iniyor biniyor bekliyor ve devam ediyoruz bulduk biz bütün cevapları ve bedellere hazırız ikimiz de buradayız seviyorum seni
dolup boşalan elbetteki kadehim değil içim elbetteki kum gibi dağılan zaman değil yüreğim
adın özgürse ruhun özgürdür korkma
ağzımdaki rakı birden bire döküldü ağzına aldı aklımızı seviştik suyla buzla
kırmızıya boyanmış kanal sularında kayboluyor çıplak organlar kırmızı fenerin mahalle baskısında derinlere düşüyor fuhuş
tenin git gide tenime dönüyor aynı ben oluyor ciğerin ciğerimde sahneden düşen gökyüzü yıldızları gibi umutların yüzüme düşüyor dudaklarına karışıyor saçlarım kamışın nefesimle konuşuyor bedenlerimiz gün yüzü görüyor karışık geçmişlerinin yatak düşümlerinde ürpererek bir göz yansıması lekesi çarşafında denizin tenin tenimde yüzüyor yüzükoyun dudakların ikiz tepelerime takılıyor kalbim kalbinde takılı yarışıyorlar endorfin içinde orgazmı buluyor aşkımız
her şeyden konuştuk değil mi bir meyvenin doğuşundan bir canlının ölümünden yaşamın artan azalan frekanslarından imkansız aşklardan ve can alıcı tutkulardan konuştuk senden bahsettik hep değil mi ya benden bahsettik mi sahiden
lan oğlum feleğe bak yine bizim mahalleden geçiyor arsız arada alsana voltanı aşağı mahalleye kahpe insafsız
portakal çiçeği kokusunda deli fişek hızında kız kaçıran çoşkusunda atılıyorum kollarına
insanlık tekerleği buldu yuvarladı önüne gelen her şeyi ezdi geçti sonra kocaman bir delik oldu insanlık
sen nerede gördün aşkın güle oynaya gittiğini gördüğün aşığın gidişi
bana bakma diyorsun bakmam bana gülme diyorsun gülmem o zaman çık içimden
görülecek bir hesabımız var hayatta hayatla yarın yok zamanda
acılı sözler paylaştın benimle tutsak dünler bugünün özgürlüklerine davet ediyorum seni tut elimi
kaybolmak istediğin o deryada bulunca kendini rüzgarın değişmiyor mu senin de
seni seviyorum dediğinde bana çikolatalı bir sufle gibi sıcacık akıyor kalbim bedenime
kadıköyün aç gözlülükten daha dar onun bunun yüreğinden daha büyük caddelerinde bir sis deryasında yazıştılar yine tarihe
en uzun geceyi geçirilebilecek en uzun dertlerle geçirdim bitmedi gece gelmedi sabah gitmedi sevdan bitmedi özlem
dudaklarım parmağına değdiğinde nefesim kalbine kadar geldiğinde anladın mı seni ne kadar sevdiğimi
herkes başka bir şey der sevdiğine senin dediğini demiyor diye değildir ki senin sevdiğin değildir ki seni sevmez
ah http://www.youtube.com/watch?v=Rka7ONk7T9I 20:48 bazı insanların önüne geçemezsin geçmemelisin kadınların hiç
ağlayarak ağıllara baktı ama hiç ağlayacak bir göz yoktu
doymayan bir kalbi dünden kalmış bir simitle kandıramazsın
soğuk bir somyada ne aşk yaşadık sigara paketlerine saklanan biz büyümedik analarımız özledi sadece
canımın en içi güzelliğim insan sevmeyince sevmiyor sevince de seviyor kahrolsun
tam işte şimdi sen varsın diye hayatımda çığlıklar atmayı istemiyor muyum zannediyorsun
bir közlenmiş biber gibi içim gider gibi acımı nedir bilmez gibi her şeye rağmen yalayıp bir tadına bakıp yemek gibi
esmer bir kadın teni ve seks yarabbim sen her şeyi mi biliyorsun ve kadından bu kadar mı anlıyorsun
ben seni suçlayamam korktuğun için ben seni suçlayamam güvenli bir yatağa ve koyna gittiğin için ben sadece burada olabilirim gelebilmen için
üzerimde sadece bir yorgan çıkarsız gecenin soğuğundan korunaklı bacak arası sıcaklığında arzulu vurunca kaygılı gel
soğuk bir gecenin içinden kestane sıcaklığı ile iki küçük memenin arasına süzülen küçük bir kadın özlüyorum
daracık bir yerden sızı gibi akıyor yarabbim yalvarıyor sanki aşk taşıyor
sen ona istersen tutku de ama ben düşündükçe sırılsıklam oluyorum be
bol amışmalı ve sikişmeli bir akşamın arkasından ne kadar huzur olabiliyorsa
sakın durma aşıksan çünkü hiç bir koruma kalkanı aşkı korumaz fizik boşluk tanımaz
tırnaklarının şeklini seviyorum dedim sana çığlık atacağım dedin bana at güzelim at çığlığını
o bordo tırnaklar yandan örgü saçlar üzüntülü kapı önü sohbetleri gel gir içime al beni
sanıyor musun ki sensiz çok daha mutluyum sanıyor musun ki rakım sensiz daha bir içilesi
geceler hep mi ağır sevdiğim ben seni sen beni kaybetmek için çok mu günah işledik
ben seni yatağımda özledim
çekip o sandalyeyi altına bağladıkça sen bütün bağları gitmeye kuşandıkça bütün yolları boynuna doğru akıyorum ben
sen öylece dursan da ben yalarım seni bu dayanılmaz çekiciliğinde ah kaşların ve o güzel burnun
her gece mi tomalar yürürür gözüne doğru her gece mi korkmasan da kör eder seni yoldaşların sesi
ne sana sevdalıyım ne ona anladım ki ben o adama
bacaklarının tam arasında köyden gelmiş bir bit gibi yakınlıktan mı esaretten mi yoksulluktan mı yoksunluktan mı bu am bitleri
ıslak bir sokaktı başın önündeydi sırtında yoksunluk vardı aklında kim bilir ne
ben değil sen savurdun küllerini acımasızca bıraktın oralarda beni gittin anlamadım ben seni
asitli bir ortamda buldum ben seni yaktın ciğerimden sen beni mahalle anlamadı esnaf gördü bizi
nasıl korkutmak isterim ki öncelikle seni nasıl isterim ki  ürküteyim isterim ki ilk ürkme benden
üzerimde alçak dik yokuşlarımda tümsek yüksek derinliklerimde ince kalın semalarımda geziyor elin aşkınla
seviştiğimiz ilk anı hatırlıyorum nasıl da bütün ağırlığınla bırakmıştın kendini bana
yapışıyorum ince dudaklarına her çizgisi ayrı bir anlam taşıyan kaçamaklarına kaçma
yalvarıyorum sana duy beni ellediğin ilk günden beri şimdi yoksun bu zalimlik değil mi
yaktım ucunu yandın sen yandım ben sen boş sandın doluydum ben
anlamadın sen sana geleceğim ben bir tenhada sana sesleneceğim adınla ister anla ister anlama
sana ilk de bana değil mi bana ilk de sana son mu sonsuz olsak ne güzel olmaz mıyız
hey delikanlı boğaza karşı yavukluya yapışmak nasıl bir ahşap bank üzerinde ya sonrasında ayrılamamak nasıl bir ahşap tabut gövdesinde
aynı dili konuşmamaktan korkma gözlerimiz buluştuktan sonra ya tenlerimiz onları unutma
beni sana aşık seni bana aşık sanıyorlar bir de değil sevişiyoruz zannediyorlar bilseler ona aşığım
devam eden bir şovun içinde kalbim parçalanıyor sözlerinle bir usta eli bekliyor sesler
o koca dilin ortasındaki çukura dilim diline sözüm sözüne bir kerecik değseydi keşke tüm gün özlemlerimiz içinde
yarın cumartesi değil evet gece sabahı zorla da olsa bulacak evet kalbin aşkı seçecek evet ben buradayım evet
yok bensiz nereye gidersen git yolun açık olsun demedim sana dedim ki gidersen yol bırakmam sana
sana karışmamı tarçınla salyangoz gibi bir öykü yazmamızı salık vermişsin olur hem de öyle bir olur ki izlerine yapışır tozlarım antenine çarpar kabuklarım ben sana karışırım
nasıl sen yokmuşsun gibi yaparım ki bütün gerçekliğinle ve içime akan gözlerinle bana bakarken bana hissettirdiğin uçma hissi bütün bedenimi sarmışken nasıl yokluğunu yaşarım
cebindeki  aşka giden bütün biletleri at ne şahit bırak ne ip ucu bir mermerin en derin oyuğunda  ve bir duvarın olabilecek en girift halinde aksini ispatlayana kadar sev beni tıpkı benim seni sevdiğim gibi
bazı kadınlar hiç ölmez bazıları hiç doğmaz kadınsız olmaz
çok istedim seni oldun
bütün biliyor musun tüm hepsi ürpererek ayağa dikildi bi inatla coştular kalbime doğru çarptılar bocaladık beraber yutkunduk sevdik öldük beraber
lagavulin boğazımdan tüylerimi diken diken ederek iniyor imany kulaklarımdan ciğerimi darmadağınık ederek yükseliyor parmaklarımın ucunda bir makas kesiyorum eskiler için yeniler kesiyorum isimli tarihli renkli yapıştırarak ekliyorum beyaz bir elbise üzerimde tepemden inen ışığın rengini almış her zaman gitmeye hazır kadar güzel kalakalıyorum aşk seni seviyorum
kırıldı kalem gördün mü kaldık mı klavyeye içine izinsiz bir susam tanesinin bile düşemeyeceği tuşların içine ne biplemelerden kaçak yapmış ince ayarlar sıkıştı süpüremezsen yalarsın parlatırsın cilasını çeker bir yolunu bulursun olmadı birini sallandırırsın ibreti alem olsun diye sosyalmedyada öcünü almaya kalkarsın olmadı ev basar taşaklarını havalandırırsın
ancak patlatarak beynimi hart rak bir darbe ile parmaklarımın ucundan akıtarak sitrik asiti ön yüzü bedenimin toprağa dönük ve sürünerek bileklerimden tutulup çekilerek ve belki de sırtımın kaşınan yerlerinden olma uyduruk kanatlarımla bir osuruk kadar sürecek rüzgarla havalana bilirim senin yarattığın bu siktiri boktan düzende
sesleri duyacaksın hep nereye kaçarsan kaç kafanı nereye sokarsan sok duyacaksın direnen her bir hücreyi tırnakların çekilir gibi nefes borundan aşağıya iner gibi hissedeceksin bağırsaklarına düğümlenecek özgürlük sıçamayacaksın onu her şeyin içine sıçtığın gibi
günlerdir uyumuyor aklım gözlerim hiç bedenim biraz biraz vahşi eller uzanıyor sakin hayatlara karış karış ediyorlar huzuru ölümlerden geçiyoruz terklerden koşar adım ıslak sokaklardan meleklerin pili tükenmesin aklım uyumasın gözlerim kapanmasın bedenim durmasın dinlensin sözlerimle birlikte bedenim çamurlar yapışmasın arkama uyumak ölüme denk olmasın
kadın tam karşı sandalyesine sarışın uzun biraz şaşkın başka bir kadını oturtmuş leğen kemiğine biriken bütün yükü masanın altından altından akıtıyor kendini taşıtıyor şaşkına şaşkın yalnızca içiyor iki gözü birazcık yaşlı içi çok yaşlı kadın kadına yanaklarının sarkan etlerini toplattırıyor toplayamıyor şaşkın eziliyor gece masa sohbet ve ortama süzülen şişman adamlar dört bir yandan sıkıştırıyor sarışın uzun biraz şaşkın kadını
uyur uyanık bir yerde beni çağırdığını duydum gelemiyorum gel dediğini işittim göğsüne kapattım göğsümü
bana bıraktıklarınla benden aldıklarını hemen şimdi karşılaştırmak istemen senin canını yakabilir
sabahı edeceğim gölgende bırakıp gittin yine az önce bu ne hırs bu ne öfke
iyi bir gece mi istiyorsun kendin için hiç bir şey olmamış gibi bütün iyileri doldurup yastığına üzerine yatmak mı istiyorsun üzerinde şeytanın elbisesi yokmuş gibi
bitiyor diye ağlayamayacağım bu film başladığı yeri hatırlamadığım için ağlamayacağım
sabahın ezanıyla hani bildiğimiz en erken vakit o diye diyorum beklemeye başlarım kapında hani bildiğimiz en tanıdık his o diye diyorum seni sonsuza dek özleyebilirim
korkuyorsam bir çarmıha gersinler beni kelimelerimin kemiği varsa o kemikle boğsunlar beni büzülüyorsa sesim büzüğüme tıksınlar tüm kelimeleri bir duvarı kanla boyamıyorsa hakikat o duvara sersinler beni özgürlük için atmıyorsa bu kalp özgürce söksünler kalbimi varmıyorsa adımlarım sana adım adım ezsinler beni
bir kadın var hayalimde hayallerimi alt üst eden
nereden beri yoldayım biliyor musun bakışların ardıma düştüğünden beri
ağrılarım artıyor kasıklarıma doğru çünkü abanıyorsun boğazımdan içeri sen ölçüyü bilmiyorsun deve çağında kalmışsın uzuyorsun
bana çok sert ve dar bir yerden giriyorsun kendi rızamla açmıyorum yolları nereyi tıuzlayabilirsin nereyi buzlayabilirsin bir de seni görelim derim köy yoluna çevirdin bizi
şimdi olacaklardan ben sorumlu değilim şimdi olacakları ben kendim seçmedim şimdi olmayanlardan da ben sorumlu değilim
sen ne direndin ben değilim diye ben ısrar etmedim ki sensin diye sen ne tutturdun benim diye ben demedim ki sensin diye
ağlarım dizlerime kapanıp kimseye ayıp edemem sümüklerimi akıtıp kazağımın koluna sürterim kendimi bir duygusal orgazmımı daha tamamlarım
bana yalan söyleme biz inanırız ruhumla ikimiz ya siz ikiniz inanır mısınız kendinize
bak ne diyeceğim kızma bana ellemeyince sen elledi diye başkası kızma sen bak ne diyeceğim beni sana bilme sen
ya bu rakı ne güzel bir şey bütün dünyayı beyaz herkesi buz gibi şeffaf bütün tatları meze gibi eşsiz kılıyor şerefine hayat
senin çok hissetmene neden oldum özür dilerim seni çok hissettim özür dilerim herkes yanılır özür dileme
bazen boşa sallarız mendilimizi ve kimin bizi sevgisiyle boğacağını bilemeyiz bazen hiç bilmeden ölüveririz
aklım kayıyor kaydıraklarından buz tutmuşsun üşüyorum
benim içimi mi gördün acaba yoksa bu kadar yakın kalır mıydı gözlerin gözlerime
memelerimin üstünde memelerin huzurla uyuyoruz hayalimde
hadi kaldır yelkenini deniz tufan kalktı sen yoksun
bak benim sana söyleyeceklerim var şükürler olsun geldin girdin hayatıma bir baktım ki ben seni sevmekten değil senin beni sevmenden korkuyorum ben bir baktım ki senden değil kendimden korkuyorum ben bir baktım ki seni değil her şeyi seviyorum
omuzlarımdan aşağı titriyor kalbim ucunda sen
volkan gibi patlıyorsun içimde kendi kendine yanıyorsun içinde
deli deli kalbim gel çok istersem gelir misin
oysa hiç bir şey bilmiyorsun hakkımda bense seni sevdiğimi biliyorum hakkında
salıncak kurarım kollarına yeter ki gitme
kumsala koşmuşum donsuz savunmasız sallanmış iki lop sallamışım dünyayı
yok çabalama kıskanmıyorum başka bölgeden gelen en çekici kadını davran yiğitliğine ona yanıyorum ben
patladı bu dudaklar sensiz gel de bir yala doyunca rengini bulsun zavallılar
kalıp içine çekebilirdin demek ki beni çekmedin basıp gidebilirdin demek ki gittin
arkadaş ne kıymetliymiş taşşakların soğukta büzülmesinler diye böyle alalım dedik yok onlar kendi donunda zaten büzükler dedin
valla en çok sapıklığa yatkın yarı sakin bilinmez bir huzur  taşıyan ses tonuyla anlatmanı oradan çıkan seslerin derinlere yayılmasını seviyorum bekliyorum ne zaman dişlerinin kalesine takılacaklar diye seviyorum dinlemeyi seni
üç mahalleyi ağzın açık koşarsan kar yağarken hasta zannederler tabi seni hasta mısın  kar yağarken ağzın açık  koşuyorsun  üç mahalleyi
bir liste yaptım gönlümde duvardan duvara çentik akıyor aktıkça besleniyor meret
vallahi de çağırıyor bu mey beni şimdi gitmezsem yüzüme tükürmez mi sevdanın emekli melekleri
kaldır çehreni yerden dostum utanılacak bir bok yemedin sen sevdin yalnız
yol taş taş bu yollar minik minik ayakların altında kocaman kocaman yollar ince topuklara hassas kalplere tuzaklı bu yollar ama yollar ne yazar kaç yazar
leke rakı beyazı martı kalbimde küçük kara bir leke çırptıkça kanatlarını büyüyor leke
küçük gizli odacıklar kalp kapakcığımın altında seni bekliyorlar
izini kaybediyorum bu yağmur yağdıkça yerini çocukluğumun çam ağacı kokuları alıyor kimi ıhlamura karışıyor kimi toprağa izini kaybediyorum saçlarımda
impossible bir çaba mı peki çok mu difficile onun için mi you lack
aşina aşinayım bu kan kokusuna bir nine sandığından çıkar gibi her seferinde yeniden yeni görmüş gibi hayretlere düşüren baktıkça aşina kalınan bu kanlı sahnelere lanetler gönderiyor henüz doğmamış veletler
aslında aslında sana gönderdiğim küçük tatlı bir not değildi sana gönderdiğim sana seni sevdiğimi yazdığım bir mektuptu okuduğun ama anlamayı reddettiğin gerçek can çekişiyor
bittin üzüldüm mü hayır tarçın kokusuna karıştın ta içime kadar girdin sevdim mi bayıldım
bazı iyi mühendislere hayranım bazı iyi sayısalcılara bazı iyi yazarlara bazı iyi sosyalcilere nasıl da takıyorlar söz konusu kalp insan duygular ve şiir olunca
korkma bıraktım uçurtmanın ucunu boşuna demem ben korkma korkma diye
ayaklarına kapanıyorum aşktan yakıyorsun çekinmeden çekinme bütün çınarlar senin gövdenden çıktı evvelden
ağlıyorum doyasıya bakmıyorsun oralı olmuyorsun sanıyor musun ki hep buradayım
sensiz nasıl sinsin içime hayat bir üst geçitin üstünde nasılsın sensizlik sinsin içime
buralarda bir yerlerde buralarda bir yerde olmanı değil gerçekten olmanı bekliyorum ben
şimdi sen orada yaşıyorsun diye ben sen o sokakları bir bir arşınlıyorsun diye ben şimdi sen varsın diye ben sevdiğimden mi olayım
ne anlatıyım ben şimdi sorana seni sevdiğimi mi seni sorarlarsa ne anlatacağım
ne iyi ettin sevgilim sevdin beni zorlarsam belki ben de sevebilirim seni
bir gece hatırlar mısın soğuk bir gece sen sarhoş ben sarhoş ikimizinkide alkolden değil sarhoşuz ne acı bir karşılaşmada buluştuk
sevebiliyormuşum yeniden vazgeçme anne benden
seni sevdiğim için senden özür dilemeyeceğim ama seni yanlış gördüğüm için özür dilerim
ne güzel senin sığınacak şeylerin var ya benim gibi çırılçıplak olsaydın
beni arkadaş sohbetine denk görmedin belki sen kıyıda köşede beklerim sandın ama yok o araya giremediysem hiç bir yerde  yerim yoktur benim
hepimizin kendi göğü var evet ve bir de kendi denizi uça bilirsen ve yüze bilirsen şayet
ezik bir aşık gibi zavallı geldim sana sanırım sana seni seviyorum dedikçe sen beni yazık sandın ama seni sevmek yazıksa sen yazık değil misin canım
bit biter mi bu gece  bitmez kelimeler biter mi bitmez aşk biter mi aşklar bitse de bitmez
ben dönmem geri ama sen cesaret edemezsin o kalın boynunu aşk için değil hiç bir şey için eğemezsin uğurlar olsun
seni olmadığın bir yere koydum bakalım nefes alabilecek misin dostlarının yanında aşksız
inan şuan gözlerim dişlerime yapıştı salya sümük azıcık zavallıyım neden sürekli sürekli yanılıyorum hem sen sanıyorum
senin her seferinde ne işin var kalbimin üzerinde de git git git git bildiğin yere
erken çaldı kilisenin çanları ve erken çaldı kalbimin zili ve ben en olmadık yerde doyurdum kendimi
uzunca zaman sonra yeniden sevdim yeniden kanatlandı bu baharlı kalp bir kar fırtınasına çarptı esti yağdı kayboldu
ben sen sanmadım ki seni sen kendini sen sandın ben istemedim ki seni senden sen kendini vermedin
uzatmayalım  delik deşik etmeyelim değil mi uzatmayalım hayatı sakız gibi hislerimizi sündürmeyelim değil mi ağırlığında bırakalım sevgiyi delik deşik etmeyelim değil mi
yeniden sevebiliyor bu kalp anne bir hayale de olsa vurulabiliyor kendi kendine de olsa yeniden sevebiliyor bütün uzak ihtimallerin içinde en imkansızı kendine can seçiyor
illa bütün uzak yakın kıyıların hikayelerini birlikte kaleme aldık rol arkadaşı olalım diye tutturmadık illa da aşkı kendimize yazmadık
hayır gidiyorum umurunda değil biliyorum üzülüyor muyum kahroluyorum evet sana mı hayır bana mı evet
bir piç gibi bir sik gibi bir saçma kahkaha gibi bıraktın da beni iyi mi ettin senin kendi bilinirliğin içinde beni bir bilinmezlikte bıraktın da iyi mi ettin
ben nasıl anlatayım şimdi bu gece sonsuz mutlu olduğumu kelimelerle kelimeler yetmeyince tenle nefes girmez mi devreye işledin tenime nefesin nefesime ne edeyim ben şimdi
gitmekle gelmek arasındaki uzun yolu en iyi ben bilirim
seni her seferinde yeniden yaşayabilirim ama her seferinde yalvaramam yaşattıkların için bensiz sen de bir hiçsin
nasıl geldim gittim kayboldum kaç kere her seferinde buldum seni ve her türlü terk edilmişliğe rağmen yine de yaşadım seni hayal miydi diyorsun varlığın
bir kumsalı daha yalayıp gitti efkar en küçük kum tanelerine değdi bu kez her seferinde daha acımasız olmayı seçecekti çünkü efkar insan hakkını vermedikçe kendini gömmedikce efkar yeniden gelecekti geriye ve kim bilir kimlerin cebinden çakıl taşlarını toplayıp alacaktı kaçmasın diye o kumlar
damar belki bugüne kadar başına gelen sevdaların hiç biri damarını bulamamıştır yumruğunu sıktırıp olmadık bir yerden girip canını acıtıp akıtıp kanını çıkı vermiştir girdiği yerden bir damar buldum sende denememe izin ver
sen ben sana varsın diyemem yoklar arasında olmak isterken sen ben sana sensin diyemem sen olmak istemezken sen
ışık seni karanlığın içinde bir ışık gibi hatırlıyorum ışıklar kesildiğinde söylediğim şarkıyı tutturuyorum dönersen yak aydınlığın ucunu şarkılarım tutuşsun...
şimdi şimdi değilse ne zaman harekete geçeceksin ve şimdi değilse ne zaman gerçekten seveceksin
hikaye bunlar kimsenin anlamadığı hikayelerimiz var anlatınca anlamı azalacak sandığımız anlaşılmayınca yıkıldığımız azalıyor tabi çünkü anlaşılınca çoğalıyor
koşuyorum yeminle koşuyorum sana vallah parçalandı tabanlarım bir kanat takmadın uçayım yeminle sevdalıyım koyuver gönlünü gönlüme de uçayım
gibi çılgınca seviş neden duruyorsun içinden geldiği gibi değil sadece aklından geçen gibi konuş diline geldiği gibi değil gönlüne geldiği gibi ketumlar sevişemez yarım kalır meşk
iyi kötü iyinin içinde kötü gizli değildir kötünün içinde de iyi ikisi de apaçık ortadadır ikisi de bizim kadar iyi bizim kadar kötüdür apaçık
sen ben sürekli ben ben diyorsan kimse sen sen demiyordur
eğdin boynunu sonra kocaman bir kilit taktı evlilik boynuna aşağıya daha da aşağıya doğru eğildi kalbin değil canının istediklerini kitabın istediklerini verdin
doğuş ilahi bir adaletle bekledim sabahı geceler bitmeden sabahlar çıksın istedim bir başlangıç için bir son olmadan zaman yerine varsın bir kerecik de güneş sebepsiz doğsun istedim
cenabet yolculuklar bu gece de o gecelerden konuşkan bir dostun gölgesinde içeriden geçen hallerin yarışlarında biraz gülünç biraz hüzünlü kimi hüznü seçer en çok sevinç hemencecik biter hüzün izini sürer senin peşinden gelir peşinden gidersin sevinci kovalar yakalar siker bırakırsın hüznü şahlandırır en kocaman yere koyarsın bir dostun düşük çenesinde gezer bir defin gergin derisinde yüzer bir aşkın cenaze namazını kılarsın avuçlarına sığan memeler arasında secdeye her vardığında aklından geçenleri düşmesinler diye tutar yüzündeki gülümsemeyle bir aşka daha cenabet girersin
acı bana beni unutturuyor kalp acın dele dele sarmaşık dallarıyla sarıldığın acın tutunacak bir damar daha kalmadı bedenimin topraklarında köksüz ve de nursuz ne öküzler çift sürdü bu bedende ne koyunlar meledi en çok sert kemiklerden geçip yumuşak saçlara kadar atlayan keçiler sevildi
herkes kendine herkes kendi gerçekliğinde biraz siyah biraz mavi bir tek acı vakalar ziftli temizlenmeyen bir ciğer gibi geçmiş ve derin soluklarda tıkanıp kalan
duyuyorsan bu kokunun peşinden gitmezsem çok pişman olacağım sanki pişmanlığa ne gerek var gidiyorum işte
sevmekten korkmuyorum sevgimden korkmandan korkuyorum
davet beni mi davet ediyorsun denizin tam ortasından çaktırmadan geçerken gözlerime çakmak çakmak ışığını kırparken beni bir intiharın kucağına mı atıyorsun çapanını da doluyorsan boynuma gözlerinle gözlerime şimdi çıkıyorum sana doğru yola
ihtimaller var ben de bir ihtimaller dizisiyimdir belki sonbahardan sonra ansızın bastıran kış gibi bir daha ne zaman geleceği yaza belli olan ilkbahar gibi kaya kaya ellerinden bir su kenarına tutunurum belki
olmuyor ölecekse niye doğuyor kaybolacaksa neden bulunuyor benim olmayacaksa neden bana geliyor diyor insan ama oluyor olmuyor
buz kesiği geçti sana arzum kanımı dondurdu sesin bir soğukla ovalayarak ancak kendime gelebilirim buz kesti kalbim
daha hiç içmedim bir yudum bile dudağımdaki bu tat senin tuzun senin tadın sensin sarhoşluğum
ilk an gibi bir kesikten akar gibisin ama içimden dışıma değil dışımdan içime ince ince sızı sızı kulaklarımda bir uğultu tıpkı babamın annemi gördüğü anları anlatıyor
satırlar arasında bazı methiyeler birinedir satırlar arasından kendini ahanda buradayım ben diye bulur çocukluk fotoğraflarının hangisi sensin heyecanını yaşatır tahmin ettim mi keyif bulamadım mı merak bazı satırlar senin içindir
iyi mi ettin kötü mü uyandırdın uyandırmasına da piç gibi de ortada bıraktın bir farkındalık kaotiği yaşattın keskel alaka bir uyanışta yapayalnız koyverdin
gizli nefret çıkart bütün sözlerini üzerine oturduğun  o kasvetli sandıktan bırak bulsunlar yerlerini kuluçkasına yattığın bütün nefreti çıkart çatlasınlar aksınlar bırak ruhunu da bir özgürlük tatsınlar
tenhada tenha bir sen var içimde öyle ıssız öyle derin içimde bir sen var bütün kalabalıklardan hariç
tarif bir uykuyu böler gibi hayalin pencere pervazına sıkışmış rüzgarla içeri doluyor rüzgarla gidiyor ansızın tutsan tutulmuyorsun yakalamak ne mümkün geceye güler gibi aklın bir dalga bir oyun saçların deniz gibi dalgalı hırçın sen gibisin uzun
dile bir köpeğin dişleri arasından alıyorum seni canın yanmış kanın akmış izler sıcak bir kuş gibi yarı cansız bedenin kanatlarından sıyrılıp düşüyor elime kendi kanatlarımla iyi ediyorum seni dilersen uçarsın yine ve dile
kelimelerin mağarası kaçıp gidince kelimeler dilin ucundan bir daha geri dönemiyor gırtlağın büyülü mağarasına çıktı mı çıkmış oluyor o gizemli yuvadan ve bilinmiyor ki gidip doğru bir yeri mi buluyor ve biliyor musun doğru kelime hiç bir zaman olmuyor
göm mutsuzlukları at içinden tüm mutsuzluk veren kelimeleri hem öyle bir yere at ki hiç bir insan evladını gidip bulmasın bir aşk söyle hayattan bir meşk iste ayakları toprakta ellerin göğe doğru kederi mutsuzluğu göm bir ulaşılmaz zamana dans et tüm mutluluğunca
gecenin melek kanatları hiç bir şeyi hafifletmiyor gecenin melek kanatları insan yalnız doğup yalnız ölüyor gece kutsal bir ruh gibi yalvardığında ancak seni kendi kanatlarıyla sarıyor olmuyor ruhun sadece donuyor zaman
meğer aşkmış ayla güneşi aynı anda göğüne seren
bir şarkı yorumunun en iyi yerinde kopan enstürümanın yapılarak hazırlanıyoruz kayıp bu!
kalk kaşlarımın üzerinden git başka yere otur hiç doğurasım yok bu dolunayda da
yo ben değilim bağlanmış kalmış kısmet ve de kaderinin karşında bir büyü gibi çözülesi bekleyen duygular beni içinden uydurma
bir yaşam kulağıma dedi şunu söyle neden bu kadar zalimsin orospu şunu dedi dudağıma söyle sen neden bu kadar aptalsın
yenilmeyeceğim diye sesine kim bilir kaç kere verdim o senin kendini bilmez erkekliğine
istedim seni beyaz bir örtünün üzerinde simsiyah hayallerinde ilk defa beyazı sana ben takarcasına gelmedin yine
ilk kan senden damladı parmaklarımın ucundan ilk sancı sen de koptu gözlerimin önünde bir daha dokunamadım amına
bir dilimi ölümle yuttum gömülerek bir ölümü dilimde yuttum gömülerek ikisinde de vardın
saklambaç sana gizlenmeyeceğim daha fazla ne kör ebe olacağım ne saklambaç bacaklarının arasında
buradan çıkmıyor kerbelanın dertli tarihi insanlar af etmiyor önce kendini bitmiyor gelmiyor ulaşmıyor çıkmıyor bu yollar cennete insanlar ecelleriyle kandırılıyor
içime hayat gibi tersinden girdin oradan düzüme ulaşasın yolun uzun bulasın
ne de zordur bir adama bir kadının doğurmaktan daha da anlamlı olağanlığı
ben sana çarpa kaldım adından sebep
yalnız sen korkuyorsun sanıyorsun terk edilmekten anlaşılmamaktan avucunda sevdanla yapa yalnız kalmaktan öyle değil inan
bir kent yıkılır senin sevdanda kumdan kaleler gibi bir aşk canlanır senin yıkıntılarında
ölüm ve merak yerleşik olanlar ve göçebeler başka türlü ölürler ikisi de ölümü başka türlü bilir başka türlü yaşarlar göçebelerle yerleşikler aynı şekilde ölmezler
deli deli gözlerin deli deli içime akıyor tutamam mı sanıyorsun tutmaya yanaşmıyorum
hem nasıl güzeldi kafam seni bulunca kafamın içinde bir ay doğdu geceden yatağımın köşesine
yok bilmiyor değilim sevmeyi sadece yorgundum anlatmaktan beklemeden gitmekten
bu rüzgar durmayacak bu bulutlar gitmeyecek hava doludan kurtulmayacak gök seni duymayacak sen duymadıkça seni
çareyi neden en çaresiz yerde arıyorsun neden hep en bilinmezin sorusunu soruyorsun
gittiğin tüm yollar yavan boğazından geçen her ekmek kuru mu aşksız kala kaldın kim bilir kimin bedduası sonunda seni buldu
gelip girmediğin bi aklımız kaldı ona da senin alet yetmez be
sevişe sevişe akşam oldu sevişe sevişe sabah ola hayrola
merhametin tanrının bütün çocuklarına eşit yakınlıkta günahların şeytanın azaplarına komşu bütün çiçekler dökülür ağlarsan
sıcak bir yatak ahtapot gibi bir kadın kötü değil çekici dört bir yandan sarmış kalbi aklı kolları ve gözleriyle
gemi gibi bir adam güvenli bir güverte iskele sancak ve kırmızı bir ışık yolumuzu aydınlatıyor
bitercesine yoluna girdi her şey dertler bitercesine doğdu gün
kaburgalarımın arasına sürekli tatlı tatlı kaşınmak isteyen bir his gibi yerleş kıpraştıkca zevk ver
iki yanak bir avucun içinde hangi iki yanak hangi iki dudak hepsi şahane
erkeklerin gücünü canavardan aldıkları kompleks dolu öfke dolu sesleri her geçen gün daha da yükseliyor sokaklarda
ne kapından ne gönlünden içeri yalnız soluksuz bakışlarından içeri girilesi bu soğukta
bakla başlar bilkiyle biter bütün nasihatler ama hiç biri duyulmaz
gitmekle bitmeyecek bu kurak bedenli coğrafya ya bir damla göz yaşı ya da sonsuz özgürlük olacak
bir ülkeden bir ülkeye bir kıtadan bir kıtaya gidip gelememek gibi masanın öbür ucunda sen varken sohbet
bütün kabalıklarını anlaya bilirim ama haksızlık etmelerini kabul edemem
daha ne kadar acıtacak gözyaşlarımızda ki tuzun derinliği ve daha ne kadar yalvar yakar olacağız gözlerimiz göğe doğru
telaşlarımız örtüşmedi niyetlerimizin günahı yok tenlerimiz depreşmedi gözlerimizin günahı yok dertlerimiz kesişmedi bu da ortak günahımız
sesim sana gelecek bu denizi aşıp diye ödün kopuyor yanılıyorsun çünkü her yerdeyiz biz
devler ölürken çok ızdırap çekerlermiş bilir misin çünkü midesini ve gözünü doyurmak için çaldığı ve yuttuğu her şey o ölürken vücudundaki bütün deliklerden bütün bütün tek tek çıkarlarmış özgürleşirlermiş devler ölürken
söyle geceyle gündüzü birbirine diktin mi bukle saç telinle ve ellerinle
beyaz değil senin rakın kan içiyorsun kafan bizimkinden uçmuş kopmuş
bazı yalanlar gerçektir söyleyenler için bazı gerçekler yalandır duyanlar için
kim elleyebilir kimin en gizli yerine izin verilmezsen
terini zakkum gibi koltuğunun altında bir solukta
bir rıhtım var sen demiştin ki keşke aşık olsaydın bana
tenine susuyor bu can bakmadan geçtiğinde
seni istiyorum nefes gibi
anne anne anne parmak ve tırnaklarının olduğu her yerde bebeğinim senim
en çılgın anlarda koynunda çırılçıplak sen burada yoktun biz başbaşaydık
gözlerin hem rengiyle hem anlamıyla hem olduğu yerle yakıyor içimi söngüsüz
saçlarımı saçlarımı bileğine dola enseme enseme bir öpücük sapla yalvarırım ağla
bütün hücrelerime girdin gel çıkar kendini
bir nazım hikmet bir tom waits bir charles bukowski neden hayatımda değil hangi ahlak gelseler bana
cinsiyetsiz bir hayat mümkün ütopyasında bu kadar erken nasıl boğuldun bırak nasılı neden boğuldun sen ki ne açlık grevlerine ne işkencelere ne zalimliklere dayandın dürüst yaşamak mümkün şiarını neden bir yalan masala uyarladın sen ki dürüstlük için tüm mayısları yaktın
ben sana aşıktım sen bir am salaktın ben sana vurgundum sen beyninden vurulmuştun
seni ayrı bir seviyorum kadın sokakta işin olduğu için
üzerine üzerine geleceğim senin geldiğin gibi inleyeceğim dünyanın inlediği gibi
inan ol hiç sevişmedik ama girdi hayatıma
yok olmuyor böyle zorla abanıyorsun sanki
algına fikrimi sokayım durduğun yerden gelip de  bir de ben bakayım
gel gruba girelim kendimiz olarak
seni adam sanmıştım ama hatam adamı ne sanmıştım
geberip gideceksin bu hayattan layığıyla ama buna üzülmeyeceksin var mı kendi ipini kendin çekmekten güzeli
benim sana anlattığım gibi çıkmadı mı içinde patlayan volkanlar lavları ile yanmadı mı tüm aşıklar parmak ucuna kadar sızıyla
kız oldu oğlan oldu senin için derya oldu teninde bir gün doğdu mest oldu
ne kadar da yanlış anlamışsın yanlış denilen şeyi nasıl da baştan yazmışsın sevdim ama ölmedim senin için
oku senin için özel olarak yaptırdığım bu niyetleri en kutsal mabedin bahçesinden biçtiğim bu emektar sevgileri
varsın yoksun gibi nasıl davranırım mektup kağıdımın ucunu sensiz nasıl yakarım
yalayıp geçtin içimi acımasız bir rüzgarla dün gece
seni mavi atlasın beyaz yelkeninde üfür püfür seni tüm deliklerde tutarım
hayatın akışını değiştirmek isterdim tüm adaletsizliğe rağmen
bu yırtık kalp hangi zalimin işi
kenar mahallenin orta direk delikanlısı var içimde geç geçebilirsen sevdamı
duyunca baharın suya yansır gibi içine yansıdığını koştum geldim sevgilim en çetin kışlardan
öyle bildiğin gibi değil bildiğin iki lokmada yerim seni öyle bildiğin gibi değil başına hiç gelmemiş gibi severim seni
çok acı sözler var dilimde dilim senin elinde
insanları ilk algı süzgecimizden geçirmeden yaftalamadan paralayıp kaldırıp atmadan bir adım önce sevebilsek
karaladığım kağıtlara masanın diğer ucundan bakıp yadırgıyorsun yargılıyorsun kağıdı kalemi alınca eline sen neler saçmalıyorsun
tükenerek olmanın haz veren karın ağrıları
ne diyorum biliyor musun öpüşürken de kullansan dilini konuşurken olduğu gibi merak etme düşmez he oldu düştü yaşarsın yine de nelersiz yaşıyoruz ki
dünya değil de batan insanlar olsa mesela her kötülüğe bir beden bulan insanlar
seni ekerim yetişemezsin birlikte büyürüz sen görmezsin gölgen derdin olur korkarsın kovulursun bir kalpten yıkılırsın
gitti gelmiyor
hamaliye bakkaliye gibi karışık ve ağır mı bütün sokağın mahallenin yükü yoksulluğu ve varlığı aynı yere abanıyor mu
biz üç canlıyız üçümüzde yalnızız biz yedi milyarız hepimiz de yalnızız biz üç canlıyız üçümüzde uzaylıyız
hayatımın kadınını buldum sonunda kendi manyaklığında
bir sayfa karıştırdım sokaklar arasında sevişmekten korkan insanlar tecavüz ediyorlarmış hayata
demiş ki bir dost bir rakı masasında sana sen daha çok ağlarsın ananın kucağında rakıdan değil hakikatten
sen sussan konuşacak dünya ama sen bilmediğin için dinlemeyi hep aynı yalnızlıkla kalacaksın ortada
elbette otururum kucağına kalbindeki gibi zıplatmazsan ama
ona de ki büyük olan her şey her zaman en güzel ve en iyi değildir
duyduğuma göre bilgiye çok değer veriyormuşsun şöyle bir bilgi paylaşmak istiyorum seninle özgürlük insanın önce içinde zeka onun içinde
bu milyonlarca karıncayı sen mi gönderdin hain zevk alacağımı tahmin bile mi etmedin
gelsene yıldız tutup kendimize elliyoruz
matematik mallık katsayısını bulmuş
geri çekebildiğin kadar çok geri çek kendini bazen iyidir de bazen de oraya hiç girmeyelim
kafayı kırmış karılar cennetine hoş geldiniz  size vaad edilen huriler de gelecek 
sallan yuvarlan aksın beynin kır şu şeytanın bacağını bir kerecik olsun ben ben ben cümleleri kurma özgür bırak egonu
evet eleştiriyorsun sürekli hiç kimse akıllı değil  demek demek hiç kimse  hayatı değiştirecek güce sahip değil senden bahsedelim biraz ne dersin
bak böyle olmuyor söylediklerinle yaptıkların birbirini tutmuyor he tutmalı mı o ayrı ama beş bin saat konuşuyorsan biz de dinliyorsak tutsun be arkadaş
beni çağırdığını duyuyorum bir uğultu gibi ağrılısın çarpmadığın duvar kalmamış gibi yanıyor canın bir deniz kabuğunun derinliğine bırak kendini bırak
kasıklarımdan dizlerime doğru iniyor titreme ve sebepsiz bir terleme var kalbimde
akabilirim zamane uymayan ilişkilerin içinde kimseye verilecek hesabım yok küsmeden kaderin cilvesine oynaşabilirim
mektuplarımdan birini daha buldum akıl çekmecemde ne çok yazmışım ne az göndermişim
bütün kaçaklar yakalanmıyor
bazen dönmek sana hiç ummadığın şeyler yaşatabilir beklediğinden daha da daha da daha da derine girebilir
ah neler oldu şekerci osmanın kapısının önünde nasıl vuruldum çocukluğuma o ıslak kekin kokusunda bir çam ağacına sarılıp kokusunu içime çekip yüzünü süre süre ağlamak ah çocukluktan beri yerinden kalkmamış tomruklar bakmışım kocaman dünyam küçücük balkona sığmış annemin dizlerinde kardeşimin bağırışlarında ablamın ellerinde babamın teneke dövmelerinde yola düştüm geçmişimde küçüldüm küçüldüm büyüdüm
içimde tarifsiz bir delik açtın ne vakit bir rüzgar ıslığını başlatsa oracıktan geçiyor ilk artıyor sızım
sevmek diye kalbimizin seçtiğini aklımız tepelemese arada bir birazcık birlikte olsalar
gitmek istemiyorum senden yalnızca sevmek istiyorum dudak çizgini ve her duyduğumda küçük bir toplu iğne gibi kalbime batan sesini sadece sevmek istiyorum seni
bir yolculuğa çıkalım zamanda belki devrimlerden devrim seçeriz bu topraklara ve belki sınırları sızlaştırırız cesaretle
seni hem de donunda beşikte sallar gibi salladı hayat ama sen yine de aymadın helal olsun
onun bunun şunun haleti ruhiyesini anlamak için çabaladığında kendini de daha iyi anlayacaksın güven bana
ruhun açlığı benzemez hiç bir şeye ne bir tas çorba ile doyar ne bir soğan bir somun ekmekle açlık kör etmeden gözünü ve tokluk bulandırmadan mideni ıslah et kendini
unutmuyorum sadece hatırlamıyorum korkmuyorum sadece cesur değilim mi diyorsun şimdi de
bana sadece senin inandığın şeylerden bahsediyorsun sakıncası yok bahsetmenin zaten her şeye sadece biz inanıyoruz aslında duyduğun bu derin karşı koyulmaz davete kulağına fısıldanan bu ulvi emirlere bir diz hareketi ile eğiliyorsun peki beni neden yanında sürüklemeye çalışıyorsun sen duyuyorsun sen inanıyorsun sen istiyorsun beni kendi duyduklarımda bırakmayı neden denemiyorsun
haksızlıklara tahammülün olmadığı gerekçesiyle kendi hak ve doğru anlayışın içinde başkasına haksızlık yapıyorsan
içinde küçücük bir can olduğunu öğrenmişsin sevinçten deliye dönmüşsün büyüyüp gittikçe o senin de sevincin aşkın büyüsün
duygu için gökkuşağının altından ilk geçensin sen deli kavuştuğunda yağmur toprağa  ilk ıslanansın sen altında şanslısın bebek gözlerin ilk ağladığında yaşıyasın şansın ve katır inadınla iyi ki doğdun iyi ki doğdun hayata
aksi ispatlanana kadar kancıktır insan
inan hatta iki gözüm önüme aksın inan sevdim seni
en seksi karşılaşma anları için bir duble de bana doldur saki masada olana olmayana gelmiş geçmiş bütün aşklara
beni kandıramazsın ta gözümün içine bak hayat biz birbirimizi biliriz ben de sana derin çizikler atarım
bir zamanlar özgürlük dediğin bugün ahlaksızlık saydığın elbise gibi giydiğin çuval gibi sakil duran  başkasının erdemini sonra kimlere satacaksın ki
tüm doğruları iskambil kağıtlarından bir kuleyi yıkar gibi yıkmak istemez miyiz hep içten içe
hayata birlikte başladık size haksızlık edemem sizi bırakıp gidemem kız kardeşlerim bedenlerim
şunları çok iyi hatırlarım; azıcık kısacık daracık zamanlarında bana sarılıp gün ortası uykusu yapmak istediğinde annem, çocuk aklımla bile "uyku nasılsa biriktirilen bir şey değil ama oyun öyle mi" diye fırt fırt kaçıverirdim o sıcak koyundan. hele kaçmayayım diye ayaklarıyla bir mengene gibi kısacık bacaklarımı sarmaya çalışarak gösterdiği gayret taktire şayan ama ya ben, benim gayretim de bir o kadar efsane... Her seferinde galip gelir kaçardım o bacakların arasından, şimdi "ah keşke sarılıp yatsaymışım" diyorum ama bir de şunu diyorum "o zaman da inatçıydım, o zaman da canımın yapmak istemediği hiç bir şeyi hiç kimse yaptıramazdı bana, canımın içi biricik annem bile olsa...
karşı koymak tüm deneyimlere bildiklerine ve bomboş bir kağıt gibi her seferinde yeniden yaşamak tüm vebali boynuna
sadece sesini dinleyerek erebilirim
sevginin öldürmediği aşklara sekiz yüz metreden atlamak ister kollarım
cengaver duygular bunlar alanı toz duman ederler
sen uzunca kilometrelerin ucunda bir taze ağaç kokusunun seni koruyan kalkanında mutlusun kimseden habersiz
düz bir çanak gibi evren fiziğe aykırı mantığa sığmıyor güneş her açtığında ve sağ gözümün kenar algısına bir yaprak sallanması takıldıkça bir parça umut biraz inat doluyor buralar kaybolmaya görsün aydınlık hemen ıslak bir haberci düşüyor kavuğuma
durup bazen sığındığımız şeyler gerçekten bizden  güçlüler mi diye bakmak lazım bir kandırmacanın içinde kendimizi kaybetmeden önce
orospu kadınların ciğersiz erkeklerin ciğersiz orospulara dönüşen insanların günü bugün
işte böyle hiç susmayan bileklerine en ağırından anıların takıldığı ve sonra deryalara atılmış gibi boğulurcasına ve fakat hiç çırpınmadan teslim olduğun her batışta yeni bir vurgun yediğin saatlerden de geçersin ne zaman gelir çeker seni aşağıya bilemezsin ancak o ağırlıkla gidersin ardından gitme de göreyim
yaşanılanları sadece zaman bilir ve sadece zaman yazar zaman zamanla kendi kendine değil geçmişimizi geleceğimizi bile siker
sana ağlıyorum dostum dizlerim titreyerek gözlerim çoktan avuçlarıma düştü aklımsa kim bilir ne vakit kendini hangi yolculukta hangi handa bıraktı çırılçıplağım anlayacağın
hislerim yanıltmadı beni ama sen gözlerim yanlış yapmadı bana ama sen seni değil kendimi affediyorum her çocuk gibiyim ben de
canımı acıtamazsın daha fazla demiştim yalan okursun bile yapma ama ne gerek var
kalbimle kendi kaderime yenildim seninle olabilmek için sen sandığım bir hayalin peşinden gittim
bugün de o günlerden biri geçmişinden getirdiklerinin iki değirmen taşı arasında seni öğüttüğü günlerden biri
sahte gülümsemelerle ucu sivri laflar etmek bir canbazlık işi bence sence çocuk oyuncağı dilinde
özlemek acıttığında kaşlar daracık anlımızda kaçacak yer aradığında birbirine değmeden ah o kalbimiz kıvrım kıvrım katlandığında  içine içine yanıyordur sevdamız tüte tüte
korkularımıza yenilmese günlerimiz içimizden geleni geldiği an hesapsız yaşayabilsek doğrular bariyerine takılmadan insanlar birbirini yargılamadan sahip olmadan her hücresine sevebilse isterse sevişebilse göz göze değmek gibi bakışabilmek gibi doğalından aksa hallerimiz
dokunmak her şeyi unutturabilir çünkü kendi hafızası her şeyden daha güçlüdür tenin
seni hiç anlatmayan bir şarkı sözünde sırf oralara bir yerlere değiyor diye tınısı sisli ve odunumsu bir mazi kokusu dolu veriyor ortama diye yalnız insanların dalıp giden gözlerinin çaresizliğinde karışık karmakarışık duyguların sana varamayan dip koçanı gibi sahipsiz kalmış seslerinde günleri arka arkaya dizerek anlamaya çalışıyorum hayatı
seni kaybetmek değildi niyetim ama aynı yerlere bakmayınca gözlerimiz aynı havayı solumayınca özgürlüklerimiz birimiz zincirleri severken diğeri kanatları yüzemedik aynı okyanusta
dallarından sardunya sarkan bir balkonun soğuk demirlerinde sıcacık bir hayal var adı gülsüm
bu boşluğun adını koyamadım yokluğunda tuzlu bir deniz sonrası gerginliği mi kızgın bir güneşin kavurucu izleri mi dipsiz bir kuyuya düşen son alın teri mi yoksa sırf yansıması mı ruhunun
evlenmenin doğasına aykırı olduğunu söyleyen insanlar bunu neden evlenmeden önce beyan etmiyorlar acaba
zamanı geçmiş bir meyve gibi fikirlerin özünde tatlı faydalı ancak vaktinde değerlendirilmemiş
burnuma kan kokusu geliyor kafamdan kulaklarıma doğru oradan burnuma doğru akıyor araya gaz kokusu karışıyor demek ki böyle de bir anı oluyor
yol yapıyorsun  yollara düşüyorsun yolculuk ediyorsun yine de azıcık bükülmüyorsun
kadınlar erkekleri umursamadığını söyleyince erkeklerde kadınları umursamadığını söyleyince ikisi de birbirleri tarafından umursanmak için ölüp bitince kelimeler mi günahkar gözler mi birbirini inkar edenler günahkar değil mi
durulmak mı insanı olgun kılan hareketsizleri şaha mı kaldırmak lazım o vakit durmayı bilmekle durulmak aynı şey mi eylemsizlik erdem mi oldu şimdi
yeniden yazabilirim ağlayan mezar taşlarına hikayeni yeter ki sen ağlama taşlara
bu küçüklükler büyüyecek elbet isyan da buradan çıkacak
yangın mavisi çillerin bir gece karanlığına gömülü parmakların sadece seni söylüyor şehir suları
daha kaç tane insanlık suçu için elindeki kanlı eğeyi sürteceksin dişlerine ağzın burnun kan doyamadın kanakana içmeye
sen kimseyi önemsemezsen neden önemsenmeyi  umarsın ki
edep nerededir sorana söylemek için soruyorum senin baktığın yerlerde değildir di mi
daha dün tanıştık kederle bugün geldi oturdu en baş köşeye bir hadsizlik yok mu bu düzende
kaptırma kendini deve dikeni gibi girer yeminle kıçına
ölenle ölünmüyor mu yalan ölenle ölüyor o an
sana geldim yoktun vazgeçmedim durdum bekledim delirdim
acemi firarlar bunlar bu hayatın bir de kavgadan yana tünelleri var
bazen okuyamadığımız kelimeler ederiz deri döküntüsü gibi
üstüne düştü hayaller bir dalganın gücüyle
parmaklarının bir pençe gibi kıvrak tırnaklarının dışa büklüm yüzü bağırıyor katır gibi bir inadı
sustu sandı ama hep haykırdı
mümkün mü ruhunla bedenini ayrı ayrı sevmek
dişlerinin dudaklarının arasından geçen nefeste vücut buluyor aşkımın rüzgarı
anam her halin mi güzel senin canım istanbul
yine o beyaz çukura düştüm duvarları saydam dibi sert mazisi karmaşık
salınarak cesetler geçti müziğin içinden koptu müzik herkes dans ediyor
rüzgarlar eserek dalgalar vurarak yapmışlar bu küçük delikleri ve o deliklerden geçmiş boynumuza asılı veren ince deri parçaları
bütün başaklar tek tek ve sarı sarı başını sağdan sola sallayarak bir tufana eşlik ettiler durdular
bir ayağı olmayan eski bir sandalye gibiyim biraz antika biraz tozlu sırtlığında aynası olan üzerine oturanın arkasını gösteren devrilmeyen sallanan üç ayaklı bir sandalye gibi
akıllar başka bir şey söylerken bedenler aynı şeyi söylüyorsa kimi dinleyeceğiz şimdi yüreğin aklı aklın bir yüreği yok mu akıl bedenin dışında asılı kalan bir kafir mi
eridim bittim bir mum ışığının ısısında gözlerinin harını hayal ederek ne karanlığı yaşayabildim ne aydınlıktan alabildim kendimi bekledim bul diye beni
eskiden çok değil yakın eskiden görürdük birbirimizi fark ederdik bilirdik birazından ansızın çıkıp gelirdik aralardan derelerden çok değil unutulamayacak kadar eskiden hep köşeler tutardık acıtmasın diye batmasın derine diye kanasak bile akmazdık dururduk pıhtılaşırdık birbirimizin teninde kör olsak bakışırdık yine de sus olsak kulak kesilirdik ve bir aydınlık için tutuşurduk birbirimize
ne desem boş ne desem yalan sanki sanki tek gerçek sensin
seni her düşlediğimde olu versen koynumda boylu boyuna duyu versem kokunu burnumun ucunda
bir yanlışa girdik kaptan dalgalara tutun salla kopsun fırtına kaçsın ucu boşver
hangi aşkla yansan tutuşsan kül olamazsın kul olduğuın gibi cehalete
yüksek bir yerden düştün ve gerçekte yoktun yer çekimi seni ayaklarının üzerine basmadan evvel buldu
kendiliğinden düpedüz kendiliğinden bu bitmeyen karmaşa ters yüz ayak bacak tekme tokat ne beyin ne akıl büsbütün temaşa
çünkü ağırım hafifliyemedim babasını sattığımın dünyasında
takvimin hangi yaprağında saatinde hangi diliminde şuanda acı bir çığlık bağırıyor beni
yolların en uzağından en kısasına seni gidiyorum habire
bütün yıldızlar kaysa sen yine asılısın gönlümün semasında
batakhane gözleri acı gözleri yoktu aslında tuzdu gözleri uzun aralardan çıkmaz sokaklara giden gözleri
artık unutmanın değil hatırlamanın zamanı unutmak için yaptığın her şeyi unut neden ve neyi unutmak istediğini hatırla
tecavüzü kınadığında hissettiğinle tecavüze uğradığında hissettiğin gibi farklı bir şey bu
içine kusabileceğin bir taksiden daha çok ne rahatlatır seni
ben sana sen bana bayılınca ikimiz de bayılınca tanığımız kim olacak
bazen sabretmek beklemek kadar kötü değildir beklemenin bilinmezliğinin yanında sabretmek çok daha inisiyatifli ve seçimlidir biraz durmak biraz koşmak gibidir heyecanlı ama bir o kadar da dingindir sabretmek
içine girdiğim ve çıkamadığım o okul hangisiydi duvarları büyük bahçesi yeşilimsi ama bakımsız duvarları yüksek ve zor camları parmaklıklı dışarıdaki sesi içeri vermeyen içerideki sesi dışarıya çıkarmayan ve geleceği daha güzel yaşamak için kaçmak zorunda olduğum o okul hangisiydi
bu kadarını beklemiyordun değil mi neden insanları ikan etmek için süreklilik arz etmeli
görüyorum bakışlarını kaçırınca da
sürekli aşağıya çekiyorsun ne istiyorsun ruhunu al üstümden kendin taşı
deniz kestanesinin kabukları var mı dikenlerinin altında dikenleri aşınca kabuğa gelebilecek miyiz nihayet kabuğu kırıp kestaneye fısıldayabilecek miyiz aşkı
bu küçük balıklar ölmek için doğmadı küçüğüm
durmak için her zaman bir neden bulabiliriz hareket etmezsek ölebiliriz ölmenin kötü niye biliriz yaşamaya yüklediğimiz anlamdan olsa gerek söyleyerek yaşayabilmek için
bulamadığında beni yanında gerçekten gittiğimdendir söyleyecek sözün kalmayıp kendini gevelediğinde asıl söylemek istediklerin bana değildir
aç kafanı belki görülmeye değer bir şeyler vardır sende ve başkalarında
seni sevmeme özgürlüğümü kullanıyorum sevdiğim zamanlara inat
saçmala saçmalayabiliriz saçmalayabilirsin saçmalayabilirim insanlar saçmalayabilir
biraz böyleyim bu aralar bir gözüm açık bir gözüm kapalı yarı aç yarı tok biraz varım biraz yok bu aralar
çoktandır verdiğin sözleri tutmuyorsun bana değil kendine oynuyorsun çoktandır kalen boş golleri saymıyorsun
dışarıda bir yerlerde değil belki içeride bir yerlerde aramak gerekir ruhunun ikizini
sen durunca o kapının önünde bir kilit misali yürek ne halt yesin sevgili kitlediysen bütün kaderi taktıysan bir demir halkaya sevmekten başka hiç bir şey bilmeyen yürek ne etsin cilveli nidalarının harmanında süt beyaz memelerin üstünden pembeleşmiş az güneş görmüş yakandan içeri süzülüp nasıl girsin bu yürek bir put gibi durabilirken sen
çoktandır yoktum değil mi çünkü çoktandır sen de yoktun benim için
neden bir kadının özgür olmak istemesinden bir erkeğin anladığı şey gidip istediğiyle yatması demek kadar basit birşey
saçlarına aşk sarmış haberin yok yaşlı gözlerin öbek öbek neden bu kadar güzel bakıyorsun onlarla seni çektim denizden sana geldi bu ışık içime girdin neyle gitse boş peki o askıda kalmış bakışlar öyle bir güzel ki şerefsiz o kadar güzel o kadar güzel ki
kayar gider hisler tutulan bir yıldızın kuyruğunda masalara kurulmuş ön yargılar üzerinde sıçrar bazen
lojmanın girişindeki demir kapıyı kapatır mavi mi kırmızı mıydı hafızam taş duvarın üzerine çıkar kapının beş santim olmayan eninde kendi heyecanımızda yüreklenirdik
allaha emanet ol ihanet senin sorunun
sonra ben çok hastalandım üstüne yağmur çok aktı saç uçlarımdan paçalarımdan öksürüğüm çok seni söyledi zamansız kaç uykuyu böldü ansızın soğuklarda bir köpek kızağının bitli rutubetli battaniyesi gibi çok sardı beni çok ne attım üstümden ne bırakmadan tuttum ucunu
bir tarlacık zihin ne ekersen onu biçemediğin mahsulü bazen ipe götürür seni bazen de özgürleştirir
birinin diktatörlük dönemi biter salyalarından ve tohumlarından geriye kalan iğrençlikler içimize nüfuz etmeye devam eder her sistem kendi kaderinde boğularak gider
rüyalar hayal değildir bazen en güvendiğin gerçekten daha da gerçektir
sulara aktı aklım emiş gücü yüksek şehir giderine kapıldı parmak ucumdan hızlıca
evet en hatasız sen başladın hayata ama en hatalı sen üretilmiştin
nerede kaldı geçmişin izleri şimdiye çoktan boğazıma yapışmalıydı elleri gündüz çekişmelerini bırakıp gece ziyaretlerine mi başladı ne
neyden korktun sevgilim gelip ailenin yanında seni ifşa edeceğimden mi bu adam sevmeyi bilir hem de deli gibi sevmişliği vardır beni deli gibi diyeceğimi mi sandın bu sırrımızı ortalara dökeceğimi mi sandın sevgili deli gibi
ah be yavru ağzımın suyu aktı sana iki esmer memenin arasında oluşan tek bir çizgide hayatım yürüdü
beni yalanlarının içinden çekip çıkartıp sevme ne olur beni de kendine benzetme atıl hisler mezarlığında bir taşa çevirme
kendine söyleyemediğin hiç bir şeyi bir başkası sana söylesin diye bekleme
akıp giden zamana ve hayata en sırtı dönük insan sen olsan bile kaçamayacaksın hayattan
kuru bir kahvenin toz buz olmuş tanelerinde acı yanık geçmişinle ne bir lokum tatlandıracak durumu ne bir bardak soğuk su rahatlatacak içini
yahu bu kadar çok biliyordun da bu kadar çok iyi tanıyordun da beni bu kadar korkunçtu  gözlerinin gördüğü neden onursuzca yandın bana
şimdi doğdu bugün biri değil mi biri de öldü umarım yer değiştirmemişlerdir ikisi de özgür olmuştur nihayet
ne aslılar istedi seni ne keremler ne leylalar geçti üstünden ne mecnunlar becerdi seni ama ben vermedim seni
bi rakılık dostluk ölümsüzdür su katsan da buz katsan da sek içsen de anısı kalır boğazında
kısacık bir cigaranın upuzun dumanı gibi gittiğim yerden dönemiyorum hapsedildiğim bu beden içinden başka bir bedene geçemiyorum bu küreyi delesiye deşiyorum esniyor yırtılmıyor öldürüyor beni
bütün bedenleri bütün kimlikleri bütün cinsiyetleri bütün kuralları bir kazana koyup kaynatıp suyuna insanlık pilavı yapmak hayat
baskı altında patlamak mı kendi kendine patlamak mı daha etkilidir patlamada saçılan birikmiş de nedir
bütün tanıdıklarıma çok yukarıdan seslenerek göğü ayaklarına sermek istiyorum eriyip uçup gidecek elem
güneş gibi kayboluyorsun niye güneş gibi doğmuyorsun
bütün tezahüratlardan kaçıp kale arkasına sığındım yine de gol atmaktan vazgeçmedin yetmedi kulaklarımı tıkadım sen dilsiz alfabesini öğrendin
dışkılayarak temizlenecekse için sıçıp sıvamana razıyım yeter ki bir kere berrak ol
seni seviyorum karalamalarından vazgeç arka sayfalarda kalan beyaz sayfalara geç ön taraflarda
yatağın terli tarafı yorgun sol tarafı kaymış ayak ucu ters dönmüş cinselliğin hiç bir hesaba sığmayan matematiğinde
sana söylemedim ki yerini sen alındın içten içe
bazen dalga geçtiğini sanıyorum benimle çekilen acılara rağmen
yıkmadan yeniden yapılmıyor evet ama göçük temizlenmeden de yeniden yapılmıyor hiç bir şey
sokak kedisinin kuyruk kılına mı bağladın özgürlüğünü bir kuşun bir farenin peşinde bir köpeğin önünde
ya içeride ya dışarıda ya yakında ya uzakta ya aklında ya kalbinde ya da her yerde
bırakıyorum tüm tutulan yolları zabıtsız hakimsiz yargısız aşacaksan bekletme
kime gider bu yamaçlardan küçük bir leğenle inilen tehlikeli yollar
acı dilin neresinde başlar bi tarifler misin
kusmaya yakın bir serüvenin parçasıyım kokusu seni andırıyor
demek ki belirliyormuş bir halka tüm davranışları
ellenmemiş bedenler ne de sık acayip efsunlu planlara düşerler don kişot misali
sen derinde ve kaşlarının altında bir tünel kurguladın belli dumanlı hiç bir gidişin dönüşünün olmadığı
bu saatte baylan mı kalır kadıköyde taşları çoktan sarhoş olmuştur
karanlık bir çarşafın altında tutuldu ay
geldi battı dünyaların gemisi hayat çarptı hayaller alabora liman çökmüş evvelden bütün masallar yalan
her küçük delikten bir minik belirti gibi çıkıyordun ya sen ansızın ben o delikleri bir bir kapadım
aşka benzeyen şeyler hissettim hakkında belki varsayımlara dayalı bir iskeletin ilk çıkmalarıydı kaygılarım beyaz kireç sıvama acılı bir dört duvar çiziyordu belki önümde hiç birinde yoktun ben sanıyordum sadece
bir kaç çiçeğim hayata solmuş ama canlandıracağım
üzerimizde bomboş duran gökyüzünün altında ezildik tozdan bir tonoz gibi çöktü üzerimize iktidar silkelenip ayağa kalktık
bir karmaşadan faydalanıp yorgun hareketlerle amansız boşalıyordu vücutlar gördüm
çok derinleşirken çok incelip ölebilirmiş akıl
birbirine yanmayı zayıflık gören tenlerin acımasız kaderi iş başında
bir çıplaklığın esiri olunca erekte olmuş organlar söz geçiremeyeceğin bir noktada kırılma yaşarlar
paçalarımı sıvayarak güneşin suda bıraktığı izleri yakalamaya daldım dona kadar ıslandım sanma ki umurumda
sardunyalar yastaydı çünkü benden çok daha fazlasına tanıklık yapmışlardı sardunyalar yaşlıydı kim bilir kaçıncı kere yeniden doğuyorlardı
kemerimi sağdan sola salladım hayallerimi gerçekleştirecek bir peri bekledim ansızın içeriden bana doğru geldi ve yuvaya girdi
bana yaşamak isteyip yaşayamadıklarımı hatırlatıyorsun ulaşılamayacak kadar geride kaldın dönemiyorum korkuyorum
ne bildiğinden daha önemli olan ne duyduğundur duyabilmek içinse dinlemen gerekir
şimdi bahara koşuyor bazı hisler kahverengi bir duvarı aşıyor siyaha çalan korkular çaresiz insanların gecelerce öğrendikleri kırmızı bir alev topu gibi yanıyor
yürürüm ateşin üzerine cesaretimi giyip kavuştum kıza kıvırcık
gitmişti beni bırakıp ya döndü geri ya da ben ona erdim
seni gördüğümde kalın dipli bir rakı bardağı elinde ne geçiyordu boğazından derin bir yudumla yutkunmadan bardağa dalasım geldi çabucak
bazı şeylerin dengesini sadece yerinden oynadığında dengesi bulursun
birilerini susturarak ve bastırarak  ancak güçlü bir patlayıcıya dönüşmelerine katkı  sağlamış olursunuz
iki kelimeyi birbirine dikip bir atlas yorgan yapamıyorum kendime  sefil acılardan korusun
gitmeyi bırakıp dönmeyi düşündüğünde bedenine kendini fark edeceksin
göz kürelerinden biri bedeninden ayrıldı gitti giderken sana her şeyi daha iyi görebilme ruhunu emanet etti yerleşip düşmanın atmayan kalbine satılmış ruhuna niyet okuyan bir fener gibi aydınlandı düşmedi yükseldi
nefretin toprağı kazıyan dişlerin arasından bir uluma gibi çıkıp yerleşiyor istiridyelerin içine bütün binaların altına yaptığın mabedlerinin toplu bir mezarlığa dönüşeceği gün alacak istiridyeler intikamlarını
adalar vapuru hareket etmiştir lütfen acele etmeyin anonsu keşke hayatın her yerinde olsa lütfen acele etmeyin lütfen acele edin
yorgunum diyen bir insana bir mendil vermeli hani ilkokulda siyah önlüğümüzün cebinde gezdirdiğimiz ne işe yaradığını bir türlü anlamadığımız o muska şeklinde yapılmış kumaş mendiller yok mu pazartesi cebe temiz girer cuma cepten temiz çıkar çocuk elini mi yıkar yüzünü mü yıkar sonra yıkasa önlüğünün kolu varken dirsekten bileğe doğru şöyle bir boy sürtüverdiği yüzünü sümüğünü mendile mi siler çocuk ellemezsen kendi kiriyle güzelleşir yorgunum diyene işte o taze ve bir çocuğun cebinde gezen kirlenmemiş o mendili vermeli
bu ülkenin insanları her durumda kulağının üzerine yatar demeden önce artık biraz düşünmek gerek kulağının üzerine yatmayabileceğini de görmek mümkünmüş demek ki bunun bir başlangıç olduğunu ve daha bitmediğini söylemek güne güzel uyanmak için bir nedenmiş demek ki ve gerçekten güzel günler göreceğiz çocuklar şarkılarında gerçeklik payı varmış demek ki direnmek insanı onurlandıran ve güçlendiren bir şeymiş demek ki biz insanlar istersek eğer boyun eğmeden yaşaya biliyormuşuz bunu yapmak için cesaretimiz varmış ve birbirimize sahip çıkınca demek ki o kadar da az değilmişiz hem az olsak ne olacak çoğunluk hiç bir durumda her zaman haklı değildir ki yaşamak için özgürce sokakları bırakmamak gerekiyormuş demek ki ne varsa sokakta var
her bir insanın hayatının tek başına da bir hak olduğunu anladığımızda artık öldürülen her bir can için bir olacağız
yaşamak görmek duymak anlamak için durmak lazım bazen
seni kendi defterimde gizlice buldum
yerden havalandı toprak göğe karıştı sanki insanların üzerinden yükseldi kiminin tenine düştü kimini savurdu vuruldu düştü biri sendin o
iyiler hep bedel öder rüyalar hep yorumlanmak ister cezalar her zaman yıldırmaz aşk hep yakar
başım çatlayacak ve onu yapıştıracak hiç bir tutkal bilmiyorum
muhteşem yüzyılın abbasağa cihangir maçka yoğurtçu parklarında yeniçerilerin ayaklanması sahneleri çekiliyor
ey beter böcek yardımına ihtiyacım var madem ölümlülerin dünyasında ölmezlerden sanıyor bunlar kendini o zaman göster sen de lanetini
kadınlar ve erkekler hakkında konuşmak değil ilişkiler hakkında konuşmak istiyorum cinsiyetine sığınarak bu zavallı kulların haklıymışlar gibi böbürlenmelerini izlemek istemiyorum haklar cinsiyetlerden gelmiyor canlı olmanla başlıyor her şey cinsiyetin olayın sadece küçük bir parçası küçücük
sevdiğim insanları yeniden yeniden kaybetmemek için yeniden yeniden sevmiyor olabilir miyim dostum
ancak ağlayarak anlattığında hikayeni kulaklarını kabartıyor birileri ancak senin hikayeni yaşadıklarında kendileri o zaman canları yanıyor belli
bana her istediğinde yanında olacağım deme nereden biliyorsun isteyebileceğimi istediğinde eksilmez mi biraz kendiliğinden orada olma hali
zaman yeryüzündeki tüm insanlar için belki de en ortak şey