Kayıtlar

Aralık 23, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
ben gitmeni beceremiyorum kendi içimde gidecek olmana sevimli nedenler bulamıyorum incinmeden dönecek olman değiştirmiyor yokluğunu bünye alışık gitmelere eyvallah senin küçük bedenin büyük bir sevda benim içimde yolun açık olsun pirensesim
herkes biraz kendi evinin içine baksa küçük kardeşinin ateşi otuzyedibuçuğa çıktığında ne panikler yaşadığını hatırlasa bir de düşünmeye çalışsa bir otel bir dağ bir orman bir ev bir köy yangının içinde kalan bedenlerin acısını herkes biraz kendi evinin içine baksa anacığı babacığı hastalandığında onları kaybetme korkusuyla nasıl da acıdığını onlara ve kendisine bir hatırlasa sonra da bir düşünmeye çalışsa bir aileden onlarca kişinin birden bir gece ansızın bedenlerinin paramparça edildiğini ve geride kalanların acısını insanlar biraz acılarıyla acıların arasında özdeşlik kursa biraz unutmasa biraz sevse
kendi ülkesinin insanı kendi toprağının insanı kendi insanı demek ne demektir ki kendinden bilmek kendinden olmayanı dışarıda bırakmak her gün defalarca ettiğimiz yabancı değil bizden lafının bin bir çeşit versiyonu ile her gün yeniden var etmiyor muyuz bizim dışımızda birilerini ve böylece yeniden yeniden yaratmıyor muyuz kendi tehlikeli adaletimizi bir devlet varsa değil mi görevi topraklarında adaletin ve eşitliğin yaşanmasını sağlamak insanların çıkıp sokaklarda adalet aradığı bir ülkede neyin kıymeti vardır ki bu adalet sefilliğinin yoksunluğunun bir çaresi öldürmek mi öldürülmek mi üçer beşer doğurmamızın gayesi öldürülecek yeni kendi insanlarımızı yaratmak mı adalet eşitlik özgürlük vicdan arayışında her gün  ölmek için değil de vicdanımızla adil özgür eşit kimsenin olmayan topraklarda nefes alıp yaşayıp gitmek için doğmak olmaz mı
seni geç buldum uzun saçlarını siyah bedenini reddeden gözlerini duru verişini çıkı verişini ansızın geç gördüm ama bulmakta iyi değil mi birini her gün onlarca karşılaşma yüzlerce kaçış içinde birini daha bulmak çikolata kadar keyifli değil mi
dördüncü katından bir binanın boşluk gibi bir yere baktığımı sanıyordum baktığım yer karmakarışık hayatların uzaktan bakılan izdüşümü itiş kakış çocuklar en mutlu bir tekme birbirlerine koltuk altında toplar beyazlara rağmen yerlerde yuvarlanmalar zil sesi ile biten curcuna ya cam kafesler arkasında dört ayaklı bir masanın bire bir buçuk ölçüsü içinde kalıp beyaz bir ışık altında saatlerde ölenlere ve hissizleşenlere üzülmemek elde mi camdan bakıp izlemek en kötüsü değil mi
ışıkları koşarak gazete bayilerini koşarak haldun taneri çiçekçileri taşları bulutları koşarak geçtim bu sabah vapura değil kendime koştum bu sabah
kalbinin bütün kanallarını kapatmaya ya mavi ya kırmızı damarı kesmeye yeltenmişsin yapıyorsun yapma
kaşla göz arasını yakın zanneder kimileri oysa bir göz ne kaşa yakındır ne burna ne de dudağa ya da yanağa bir göz yüreğe yakındır en çok ve bunu ancak bakanlar görür
yalanlarını yakaladığınız bir insanı sevebilir misiniz yalanı sevmiyorsanız hayır yalan söyleyenin yalanları için bahaneler buluyorsanız evet yalanlarını yakaladığınız bir insanı sevebilir misiniz kendinizi kandırılmaya çalışılan hissediyorsanız hayır kendinizi kandırılmış hissetmiyorsanız evet her durumda yalan söyleyen yalancıdır sevseniz de sevmeseniz de bu durum  hiç değişmez sevmediğiniz için yalandan vazgeçmez sevdiğiniz için hiç hiç vazgeçmez
defterler dolusu boşluk var hayatın içinde ve senin elinde kocaman bir kalem
bugün içimi döktüm suya su karıştı bana yıkanmak hep temizlenmek değildir ama temizlenmekte hep iyi değildir bugün gözlerinde suyu buldum gözlerinde temize çektim kendimi aktım durdum
sudan şimdi çıktım şaşkın değilim bir balık gibi aklım geziyor bedenimde olması gerektiği gibi köpüklerle karışıp giden ölü derinin ölü ruhuna baktım uğurladım onu pembeleşen rengimle barıştım sevdim kendimi uykuda bir peri ile buluşacağım kulağıma şarkı fısıldayacak uçacağım bu gece tatlı bir cenaze töreni tertipliyorum geri döndüm gülüyorum
neyi tutmaya çalışıyorsun ellerinin arasında bu yalan kahkahalar ve anlamsız aşırılıklar niye gerçekten dinlemeyi hiç denedin mi şahit olduğum gerçek kafanı kuma gömdüğün yanlış yerdesin mutlu olmak için çoktan gitmeliydin tenin gittikçe kararıyor çünkü gün yüzüne çıkmıyor bedenin yer altındasın ve bedenini ufacık bile sevmiyorsun bir başkasını nasıl sevebilir ve önemseyebilirsin ki yok saydığın bencilliğin boğazına dolanan bir ip gibi seni yukarıya doğru çekip yanıltıyor seni boşlukta asılı bırakacak ve ayaklarının altında sandığının aksine hiç kimse olmayacak
İskeletinde bir sancı var kemiklerin kendi aralarında çıtır çıtır konuşuyorlar. Onları gevşetecek sihirli bir el bekliyorlar. Her bir kıvrım, her bir çukur, her bir kas, her bir kıl, her bir hücre önce yeni bir yaratma sonra yeni bir boşalma istiyor artık. Sinir uçları küçük bir su kurbağasının dolaşıp, besleneceği büyüklükte su kütlesiyle kaplanmaya başlamış. Cılk cılk eden oynaşmalar arasında, iskeletine kulak veriyorsun hiç bir şey duymuyorsun belli, orta kulağına yerleşen kocaman bir iğrenme topuyla uğraşıyorsun bir yandan…Sen nereden çıktın ansızın, omuz başlarından çürümüş yeşil soğan dalları gibi uzanan kollarına baktıkça korkuyor gözlerin, içini dolduran bir telaş ama yok yürümez bu yığın. Daha öncede yaşadın bunu kafanı önüne eğince beynin burnundan akacak gibi geldi sana ama bu kez akmıyor, burun deliklerinde bir aşağı bir yukarı sümük gibi esneyerek inip çıkıyor, gelip gidiyor. Seni çağırıyor diye bir kap patates yemeğini arzuluyor burnun içinde kuru domatesler ve yeşil bi
Aşk hakkında ve aşıklar hakkında atıp tutuyor, yeryüzünde yazılan tüm şiirler; çiçek böcek mutluluğu zannediyorsun, bir de  üstüne küçümsüyorsun.  Kalbinin çevresinde dolansa biri azıcık, yüzünde güller açıyor kendini kelebek gibi hissediyorsun birden bire o küçümsediğin çiçeğe böceğe dönüşüp Nazım’a, Borges’e, Brecht’e, Asaf'a dadanıyorsun. Kokuyu almış tazı gibi, bacakların kıçına vura vura kovalıyor ama yok aynı bir ağır abi edasıyla kasım kasım kasılıyorsun. Koy ver kendini diyi veriyom ya koy ver kendini. Öl, bit, yan, tutuş… kime ne! Hadi hadi kaldır kadehini vur dibine, bak gözlerime aşkının şerefsizliğine, onursuzluğuna, bayalığına, dımdızlak soymasına, dizleri titretmesine içelim.  Koy ver, gitsin rakılar…
Ne ola bu maş fasulyesi, Maraş’tan mı geliyor ki diyenlere bir tarif. 1 kase maş fasulyesi ılık suda 30. dk bekletilir. 1 çay bardağı kadar bulgur da ılık suda 30 dk. bekletilir. Bu esnada kısık ateşte, 1 yemek kaşığı zeytin yağda, soğanlar kavrulur ama önce 1 soğan yan yan ve ince ince kesilir. Soğanlar iyice cansızlaştıktan sonra 2 sap yeşil soğan doğranır ve eklenir. Ilık suda bekletilen maş fasulyesi ve bulgur soğanlara ilave edilir. 1 su bardağı ılık suda  (kıvamına ve acılığına göre) 1 yemek kaşığı biber salçası, biberiye, kekik, kimyon (arzuya göre eklenir 1 çay kaşığı misal) karıştırılır. Salça sıvı kıvama geldikten sonra isteğe  göre tuz eklenip tencereye eklenir. Maş fasulyesi fazla su çektiği için önce 3 bardak sıcak su sonra pişme esnasında gerekirse 1 bardak sıcak su daha eklenerek bu ne menem şeydir ki pişirilir ve yenir. Afiyet olsun…
ikimiz aynı odanın içinde bir meyva tabağının tam ortasında beyaz sandalyelerin büyüsünde loş ışığın güzelliğinde bir portakal gibi soyulmayı bekliyoruz dilim dilim yenmeyi ve aşksızlığımıza şifa bulmayı