Kayıtlar

Ekim 28, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
Şuan fazlasıyla karışığım! Net olmayı istemeyecek kadar netim. Aklımdan geçen üç beş şeyi harmanlayarak gideceğim, zira kelimelerim beynime eşlik edecek ve ilk defa olmayacak… Bağımsızlık için bağımlılığı reddeden bir milletin, bir ülkenin, insanı olmak isteyebilirdim belki, tüm bağlarımı reddettiğim ve aitliği sorguladığım bütün yaşamım boyunca… Bağımsızlığın verdiği keyif, yaşattığı his, aklına hükmeden tek şeyin belki de bağımsızlık olması… hepsi birden öyle çekici ki; Şunu anlayamıyorum bu nedenle; insanların, her hangi bir canlıya tasma takarak yanında gezdirmekten aldığı hazzı aklımda bir yere oturtmayı beceremiyorum. Tasmanın bir ucunda sen bir ucunda o, o çekiyor seni bir yere sen çekiyorsun onu bir yere ve kim daha çok istiyorsa, kim daha güçlüyse o kazanıyor. Onun istediği ağacın altına sıçılıyor, onun istediği şeyin üstüne çıkılıyor, onun istediği yere gidiliyor… İnsan önce kendisi birine mahkum olmak istemez gibi geliyor akla, o zaman  her hangi bir şeyi de
Canın acır kimi zaman… Çünkü; Eski dostların neden eski olduğunu anlayamazsın, anlamakta istemezsin zaten. Eskimesinler hep yeni, canlı, heyecanlı kalsınlar istersin… Hep aynı rakı masasında hep aynı dostları bulmak istersin… Zamana, hayat telaşesine, büyümeye, çoluğa çocuğa, karıya kocaya karışmaya kaptırmak istemezsin güzelim dostları… Birbirinize anlatılanlar hiç unutulmasın, her sohbette aynı kahkaha yükselerek artsın, dört bir yanı sarsın istersin… Herkesin yeri ayrı onların yeri ayrı olsun istersin. Gençliğin, çocukluğun, sevdaların gibi dokunulmaz olsunlar istersin… Nerede hata yaptığını bilemezsin onları yanında bulamadığında… Sevgilinle kavga eder ayrılmanın eşiğine gelirsin yoklar! Parasız kalırsın yoklar! Titrersin yalnızlıktan yoklar! Evsiz kalırsın yoklar! Zorda kalırsın yoklar! İşsiz kalırsın yoklar! Fırsatın olur da sorabilirsen neredeydin diye? Zamana ve hayata yenildiğinizi söylerler sana…
bu kez sen küsmüşsün aşka bi dermansız  bulmuşsun kendini kanatmış kanatmışsın kalbini tırnaklarını yemişsin dertten gülmemiş yüzün şarkılarının tınısı hep hüzünden gitmiş saçlarını dolamışsın parmaklarına kısa gelmiş her biri ağlamışsın yalnız yalnız ağlamışsın kazağının koluna silmişsin sümüklerini ağlamışsın bu kez yalnız sen düşmüşsün aşka
nereye dönersen dön bazı şeylerden kaçamazsın boğazından huzurla geçen bir lokma gelip kursağında düğümlenip seni şişirebilir kendini kuş zannettiğin bir vakit uçamadığını anladığında yanılgınla yüzleşebilirsin belki de hiçbir şeyi umursamayıp agopun kazı gibi yiyebilir ve çatlayarak ölebilirsin
Resim
Belirsizlik Hayali Bir Safsatadır! Yaşamak için gereken şey önce inat belki de, havadan sudan ekmekten aşktan önce inat… Nefes almaya devam etmek, ekmeği ve suyu bulmak, aşkın peşinde koşmak için önce hayatın buna değdiğine ikna olmak sonra kendinin buna değdiğine ikna olmak ardından inatla yaşamak! Ama bir hayale inanıp gitmek değil peşi sıra o hayalin esiri olmak değil, nasıl mı? İki kocaman gerçek, dünya insanını bu sebeple ikiye ayırıyor olabilir; birincisi doğduğu için zaten her şeyi hak ettiğini ve yeryüzündeki her şeyin kendisi için olduğunu zanneden insan güruhu, bir diğeri ise, yaşamın kendisine uygun olup olmadığını düşünüp, uygunsa yaşama inadı ile çevrilmiş bir mantıkla hayatta kalma gayretinin için de debelenen insan güruhu… İki ayrı grubun ortak çaresizliğinin “belirsizlik” olması epey ince düşünülerek seçilmiş  politik bir hamle oysa! İlk grup büyük bir aymazlık içinde varlığını sürdürmek için gerekli şeylerin temin edilmesini sağlayan, destekleyen
ve yahut durmayı ve arkadan kaktırılmayı seçtin sen o zaman ne olacak o zaman hayat boyu bir kaktıran olacak hem güçlü hem istekli hem senin yerine hem kendi yerine o vakit durma kendi yerine
şimdi ben bir masanın başında saçlarından başlayıp kişinin parmak ucuna kadar süzsem kafir sen süzsen günahkar şimdi ben bir gönlün ucundan başlayıp ayak topuğuna kadar gitsem sarhoş sen gitsen ruhsuz
bazen bazı insanların aslında hiç olmadığını anlarsın durup dururken anlamazsın kendi anlatır işte bal gibi orada durur sesi çıkmaz bakar görmez konuşur lafı yok dokunur hissiz kocamandır baksan anam bir yer kaplar evrende kahkahasıyla cüssesiyle sözüyle planlarıyla demiştir bağıra bağıra aslında yokum diye bomboş sesli büyük geniş ağız dolusu
Şimdi sana dair bir hikaye geliyor aklımın önüne, Eski püskü arka cebi yırtık kot pantolonun üstüne,  ağzı burnu kaymış bir tişört, nereden bulduğun belli olmayan bir hırkayı geçirip kendini atıyorsun sokağa. “Bir dur” diye seslenmek istiyorum sana yattığım yerden, ağzımda battaniyenin kulağı, elimde Özdemir Asaf, çıkmıyor sesim, “bul belanı” diyorum yalnız… Yolun belli “seviyorum” diyeceksin bugün, yolda iki durup bir saçlarını düzeltiyorsun vitrinlerde. Her şeyin doğru bir tek saçın eğri… Düzelt, diyeceğim bir şey yok… O gün de dediydim, diyeceğim şey şu; “İnsan evladı neden kendini sevmeyeni seviyor” diye sormuştun bana,” insan kendini kabul ettirmek istiyor işte, sevdirmek, beğendirmek istiyor” demiştim sana… Kendinden kaçanı istiyor gönül çünkü akıl diyor ki ona, neden istemedi seni git anla, bul nedenini, çal kalbini, gir aklına, sevdir kendini.. Çünkü akıl diyor ki insana; ezdir kalbini, vurdur duvardan duvara, acını büyüt, acı kendine, ezil ızdırabının içinde
bir köpek çıkar ayyyyy lavvv yuuuuuuuuuuuu der bir milyon tıklama alır sen çıkar seniiiiii seviyooruuummm dersin bi bok alamazsın
ama kelimelerimi çaldın sen önce kalbimi sonra yargıladın beni sen ama ben kandırmadım ki seni sen kendin kandırdın kendini sonra beni çalmak istedin ama çalamazsın ki beni çalmadan çırpmadan denedin mi sevmeyi kaçmadan göçmeden orada bizzat durarak var olarak ama bitmez kelimeler sen çalarsın başkası geri verir
Bir dolabın içi, Bir çekyatın altı seni nerelere götürebilir bir denesene… Eski bir kemer, eski bir çanta, öğrencilik yıllarından sloganlı bir rozet, rengi kaçmış bir entari… Seni eski sevgililerden alır da, eylemlere, eylemlerden alır da çorbacılara, çorbacılardan bağlamanın tellerine, bağlamanın tellerinden ona vurulan ellere… Açık bir dükkan kapısına… Terk edilmiş bir bara… Gece yürüyüşlerinde korkulu adımlar arasında yaşattığın umutlara… Buradan topyekün çıkartıp taa Metrisin önüne… İlk kazanılan paraların ev geçindirme telaşıyla bölüşülmesine…28’e çıkan bir tansiyonun nasıl düşürüleceğini keşfetmeye… Kapına seni merak ettiği için geldiğinde onu ailenin yanında fırçalamana… Bir tozlu sandık seni hatıralarında bir gezintiye çıkarırsa bir sabah vakti;  buz gibi bir havada üstünden paltonu çıkarıp ona verdiğin günlere… Kar kış kıyamet ayakların su alırken sokaklarda koşarak onu aradığın günlere… Dolmabahçe’den, Eminönü’ne elin elinde heyecanlı günlere… Bir eylem hazırlığında
başka biri olmak isteyebilirsin bu hayatta öylece serüven böyle başlamaz mı zaten daha önemli biri daha çok sevilen biri daha çok önemsenen daha çok görünen daha çok ciddiye alınan hayatta kapladığı yer daha büyük ağırlığı daha ağır olan biri belki hırslanırsın belki iktidar olmak istersin belki sonra bir diktatöre dönüşürsün kendi içinde ve çevrende sonra kendini unutur herkesin ve her şeyin sahibi olmak istersin işte başka bir şeye dönüştün bile
parmaklarının ucu bir tokmak gibi sertleşmiş artık gözlerin bir kuyu gibi derinleşmiş sesin bir  zaman tüneli ağırlığında tenin acıyla kavrulmuş kalbin yalnızlıktan büyümüş hepsi oradan yola çıkmış burada durmuş aklımda
biraz pasaklısın evet sigaranın külünde dökülen günlerin var aklın gezenti sen miskin toz toprak her yanın evet tüylenmiş delinmiş yıpranmış kimi şeyler ama ayrı bir sıcaksın be