Kayıtlar

Mart 3, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
sözümün yeterli güven telkin etmediği hiç bir ilişkiyi istemiyorum
beş kadınız biz iki anneden dört kız küçük bir nohut gibi beyazımsı ve şifalı bir çınar gibi güçlü ve kocaman iki anneden olma dört kız annelerimize ve kızlarına kutlu olsun günümüz
bir büyük çukur var doğduğun gün doğan yaşadıkça büyüyen içine girsen boğulursun yukarıdan içine bir baksan meraktan ölürsün sırtında getirmişsin gibi yanında hiç bilmediğin görmediğin kadar derin bir delilik bir taşlık iş değil bu ne bir kuyu ne bir dehliz toplumun ahlaktan deştiği derin mi derin bir çukur bu
yaptığı işi yaparken anlatır bazıları şuanda birazcık acıyacak canınız ama hemen geçecek der bu acı sizin falanca şeyinize iyi gelecek der bazıları hiç demeden düşünmeden konuşmadan anlatmadan açıklamadan sadece acıtır seni ve bunun neye yaradığını neye iyi geldiğini ne o bilir ne siz ne de acının tarihi
sokaklarda dans etmezsen ya da dans edermiş gibi yürümezsen sokaklar senin değildir dans eden ruhunu evde bırakmışsan dön geri onu yanına al
sevişmenin mevsimi mi olur canım
zurnanın zırt dediği o yer bazen en keyifli yerdir ak kara çıkar meydane biter sancı
gel git akıl arada bir de bana gel
hava kokuyor davetkar davetkar reddetmedik tabi açtık küçüğü ağız dolusu aslan sütü yürek dolusu laf şerefine be istanbul
ilk fırsatta seni aramamın keyfini çıkartmıyorsun da keyif değil mi yoksa neden daha önce aramadın diye hayıflanıyorsun seni sık boğaz etmememin keyfini çıkartmıyorsun da keyif değil mi yoksa neden koşturmuyorsun bana diye söylenip duruyorsun aramızda ters giden ya da ne bileyim gitmeyen bir şeyler mi var yoksa
yok bacaklarımdan yukarıya doğru yayılan şey bir cinsel birleşme ateşi değil daha çok politik bir baskı boğulasın o baskıda şehvete gelesin
sana şiddeti öğretiyorlar şiddetle ret mi ediyorsun sana şiddetle öğretiyorlar şiddeti mi öğreniyorsun
bu gece koynumda olmalıydın tam da ben bütün geceyi yutabilecek kadar istekliyken
zamanı sınayamaz dudaklarını benden geri alamazsın ah ne kadar güzelsin
sesi kısılmış bu evrenin  başına gelebilecek en kötü şey olmuş  duyduğu  gördüğü  baktığı halde  konuşamaz olmuş lal oturmuş beynine
kadınlar özlüyorum bir hikayenin hem başı hem sonu olan o kadınları bütün telleri koparan bütün sesleri yutan ve çıkaran küller arasından parlak mı parlak çıkıp parmak uçlarında bir atlası gezen tenleri tuzlu yüklü kadınları özlüyorum
midemde duyduğum acımasız ağrının sebebi sensin kalbime vuran bu acı sırtımı dolaşan ızdırap ve kendimi hep aç hissetmeme neden olan şey nohut kadar olmak lazımmış hayatta
herkesle tek tek vedalaşmak istemezdim ben ölmeden önce hatta kimseye haber vermeden ve çaktırmadan gidivermek isterdim gideceksem gidince giderken
sen koştukça ve kaçtıkça ben arkandan koşturmayacağım ve de kovalamayacağım sen bir yeşilcam filmini ezberinde tutmuş bir de pratik ediyorsun atalar yanılır zaman tersine döner her şey değişir  kaçmak durur kovalamak başlar
neden çocukları korkutuyor hayatları boyunca unutamayacakları izler bırakıyor onları kendilerinin olmayan bir savaşın düşmanlığıyla yıkıyorsun
kelimeler yetmiyor anlatacaklarıma dediği vakit ne demek istiyor acaba diye merak etmekten zaten başka hiçbir hale konsantre olamıyorum ki
bir kozaya dokunur gibi seni dinlemek zarar vermeden en masumundan en içeri ama en hassas en gidilmeyecek yere gittin dokunulmasına izin vermemek için mi yaptın gitmeler özgürleştirir ya ama gitmelere bir dur denilemez mi dönüşü yoksa çok can yakmıyor mu artık burada olmadıklarını bilmek bu biraz büyük bir haksızlık gibi gelmiyor mu oluyor mu olmuyor birileri ölüyor oluyor mu olmuyor
hüzünler gönderdim başı bağlı yazgılar içinden her birinin bir sahibi  bir yavuklusu  bir uslanmazı çıkmasın mı acılar yıllarca şiddeti ve nefreti perçinlemesin mi bu son  senin hikayeye hiç uymamış olsun mu olmasın barış olsun
kalpler duruyor dünya dönüyor hayat bitiyor kimilerine aşk meşk sürüyor koyu bir ten kıvırcık saçlar bir surat boyu gülümseme naif bir göz ucu ölüm herkese mi kahbe
mektuplar düzdüm içimde zarfı gönlüm pulu gözlerim ne bırakacak bir posta kutusu ne gönderecek bir postane buldum mektuplar düzdüm içinde harflerini bir bir yuttum
radyatörün parmaklıklarına kafan sıkıştı gibi oldu mu hiç ve çok toy bir çocuğu bir sübyanı bir delikanlıyı canın çok arzuladı mı hiç
beni ne zaman çağırsa sokak ve koşarak varsam ona ezilerek dönüyor varlığım
uzaya uzaya giden ışınlar arasında seni buldum huzura uzak
ahşap bir sobanın etrafında başladı gecenin karanlığı yalnızlık kabuklarından ayrılarak çıtırdıyordu gözlerin hepsi üzerinde adi bir meyhanenin dilli duvarlarının dibinde köşeye sıkıştı hayat