Kayıtlar

Kasım 25, 2012 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
şöyle bir yere gömülmek isterdim sanırım yakılmayacaksa cesedim bir dağın tepesine püfür püfür bir rüzgarın koynuna tepemde daima uçuşan kuşlar ister alıcı ister bakıcı çıksın kanatlarından sesler yeter kocaman kocaman kayalar olsun isterdim sağımda solumda olurda yolu düşerse bir gezginin kıçını koyacağı bir taş sırtını dayayacağı bir ağaç ama bir mezar taşı değil ve kimsenin gelmek zorunda olmayacağı bir yere gömülmek isterdim bir başına göğe taşa toprağa kuşa yakın insana uzak ama bir cesedim bir mezarım olmayacak benim ve insanlardan uzak olamayacağım ben bir ölümsüzün bin derdinden biri de budur çünkü
İnancın için inat et! Evet inanmamız gerektiği söylendi bize; yaşam hakkına saygı duyana, özgürlüğü baş tacı edene, samimi ve art niyetsiz bulduğumuz şeylere, kendi özgür irademizle seçebileceğimiz şeylere inanmamız ve seçimlerimizden dolayı yargılansak da inancımızdan vazgeçmemiz gerektiği öğretildi. Evet inanmamız gerektiği söylendi bize ama önce kendimize! Evet inanmamamız gerektiği söylendi bize; yalana, riyaya, sahtekarlığa, art niyete, samimiyetsizliğe, özgür iradenin seçim yapmasına engel olacak zihniyete inanmamız gerektiği ve bu zihniyeti ifşa etmemiz gerektiği öğretildi. Evet inanmamamız gerektiği söylendi bize ama önce yobazlığa! Bin bir çeşit normun altında ezilerek, boyun eğerek ve lanet ederek geçirdiğimiz günlere dönüp hep beraber bir bakalım ne olur!? Çocukluğumuza, gençliğimize, yetişkinliğimize, yaşlılığımıza… Her yaşın, her cinsiyetin, her mesleğin, her kültürel yapının, her ilişkinin, her ahlak silsilesinin, her törenin, her göreneğin, her zevkli, eğlenceli
bu gece içimden geçen son teklifi sana yaptım dağ kekiği sarımsak kırmızı süs biberi sosunda kızartılmış adi patatesleri senin şerefine yiyiyorum iyi ki doğdun bir kısmının üzerine yeşil köy biberi tarla domatesi közlenmiş patlıcandan ayrıca bir sos daha yaptım bu sebepten yeniden daima iyi ki doğdun
demek sen dönerken dünyanın durması böyle bir şeymiş demek dünyanın hızının sana yetişememesi de mümkünmüş demek insanlar gerçeklerden bu kadar sıkılmış demek insanlar gerçekten kaçacak delik arıyorlarmış demek kahkahalar, gülüşmeler bir suskunluğun ağırlığını bozmak içinmiş demek insanlar konuşamamaktan paylaşamamaktan yalnız kalmaktan korkup birkaç gramcı oluyorlarmış 
gökyüzünde bir su kuyusu yeryüzünde koca bir delik ve kör bir ebe tüm evrenin dişlerinden tüy burnundan tırnak gözlerinden idrar çıkaracak kadar kör bir ebe
ben kendimi anlatmanın  türkçesini bulamadım bulamadım gözümden akan damlaların tezahürünü içselleştirdiğim cümlelerin hayatların karşılığını bulamadım gökte dolunay dileyen gönüller tanıdım yar elinden çeken üstüne bir de yardan yardım dileyenler tanıdım aşkta boğularak canını kanatanlar bildim ama ben bu işin kalpteki yansımasını çözemedim her acının kendi  çapı kendi yangını var bilemedim bu gece dolunay tüm dileyenlerin kalbine aydınlık dilemeyi bildim vicdan dilemeyi bildim
diyelim ki seviyorsun bir kadını ya da bir adamı o  adamı  ya da o kadını biri daha seviyor nesi kötü hiç kimse tarafından sevilmeyen birini mi sevmek istiyordun yoksa diyelim ki seviyorsun  bir kadını ya da bir adamı ama evli senden önce başka biri daha sevmiş o adamı ya da o kadını şans bu ya sen de sevmişsin o adamı ya da o kadını peki bu seni kötü mü yapar  sevilen birini sevmek  seni şerefsiz mi yapar peki ya sevilen birini sevmek seni neden bozar peki herkes seviyorsa birbirini bu dünyayı neden bozar
-arnavutköyden geçiyormuş -tesekkur ederim -sen özbek misim -ya sen yavşak mısın
küçücük evlere toplanırdık başka tenler başka renkler başka hayaller uçuşurdu havada başka başka topraklardan gelir başka başka kokardık her birimiz göz göze gelmezdik ele verilmekten korkarak hiç konuşmadan ama hep söyleyerek dizlerimize vurarak ellerimizi dost sigaralarında boğularak aynı şeyleri özlerdik biz barışı ve aşkı özler topraklarımızda özgürlük olsun isterdik biz hep birlikte bir bağlamanın telinde uzaya kısala büyütürdük bir birimizi büyütür büyütür mücadelemize eklerdik biz hiç susmadan ama hep susarak barışı ve aşkı özler topraklarımızda özgürlük olsun isterdik
öğrenmeyi o kadar da sevmem aslında öğrendiklerini ne yapacağını bilemiyor insan bazen bilememek korkutuyor ama bilmek çıldırtıyor daha çok öğrenmeyi o kadar da sevmiyorum bazen ama sen her gün ısrarla her gün  yeniden öğretiyorsun bana hem yeniden hem yeni yerçekimini bedenin zayıflığını doğanın gücünü bir gözde kaybolmayı bir denizde boğularak kıyıya çıkmayı çıplak bir seste giyinmeyi bir tene düşmeyi insanın kötüyle ilişkisini yazmanın eylemliğini yürümenin gücünü durmanın kudretini zamanın derinliğini öğrenmeyi o kadar da sevemiyorum bazen öğrendiklerimle ne yapacağımı bilemediğimde seni o kadar sevemiyorum bazen
öylece bekliyorsun köşede ta ki biri sesini çıkartana seni gelip bulana kadar naifliğinden değil sıranı beklemenden değil kibirinden kibirinden kibirinden
tatyos efendi albümünden çıkıp geliveren bir şarkıyla denizin ortasına bırakılmış bir manastır fotoğrafıyla kuzinede pişirilen patatesi bölüşme teklifleriyle masama hüznü bırakı veren dostlar hani bunun rakısı nerede ayıp olmuyor mu
şu an denizin ortasında yıkık, harabe bir manastıra bakıyorum. beni tam ortasındaki yıkıklığa, tam ortasındaki acıya hüzne çekiyor. gözlerimi alamıyorum alev alev yanıyor sanki. bir zorba terk etmiş gitmiş belli. dertten kafası büyümüş, kolları cılız kalmış, görkeminden gözleri yanmış sanki, uzayıp giden boğazından akan şarap kan gibi karışmış deryaya. bu taşlar, bu deniz, bu toprak, üzerinden geçip giden yüzlerce yıl gözlerim ol! bu alev saçlarım ol! bu cılız kollar sar beni! ve ben bu taşlara, bu denize , bu toprağa , sürmek istiyorum kendimi.