Kayıtlar

Mart 24, 2013 tarihine ait yayınlar gösteriliyor
dükkanın temeline tüküreyim çırak sağlam olsun
zamanla oynuyormuşuz bu gece bir öne bir arkaya yılda iki kere o ise üçyüzaltmışüç gün üstümüzde gide gele
sen oradan gel ben buradan karşılarım gönüller bir olsun bir de niyetler tutsun gerisini akışına bırak
gel hıyar turşusu yiyelim rakıyla iyi gidiyor namussuzum şerefsiz az tuzlu bol anasonlu sevişiriz akabinde
sen inat ben inat ikimiz ayrı ayrı bedenlerin yanında ayrı ayrı sorular soruyoruz kendimize cevabı aynı olan beceremedik birbirimizi
sapır sapır dökülmeye başladı gece bütün yersizler ve de yurtsuzlar geldiler hepsi birer hacı baba tekkesine uğrayıp öyle gelmişler gece şimdi başlıyor
gelip uyuyorsun burada diye bozulmuyorum ki huzuru arıyor herkes ben seni huzuru buluyorsun diye kapının önüne mi koyayım ki
bazen sadece adını gördüğümde yada fotoğrafını aklımdan adını geçirdiğimde ya da görüntünü parmaklarını düşündüğümde ya da burnunu konuştuğumuz üç beş konuşmayı ya da sabah nasıl uyandığını ya da hepsini bırak nasıl baktığını hatırladığımda isyan ediyorum
her sabah kulağımda sesinle uyanıyorum dikiliyorum hayata giyinmeden çıplak tanıdığın bildiğin gibi atıyorum kendimi sokağa karşılaşırsak beni hatırla değişmedim dediğin gibi eğilmez bükülmezim hala
daha çocuktuk tanıştığımızda kıllarımız yoktu duygularımız yönsüz sağa sola çarparak çevre yolunda yarışıyordu seslerimizin tonu birbirine benziyor ellerimiz istemsiz buluşuyordu birlikte büyümeye başladık sesimizin tonu duygularımız bedenlerimiz değişmeye başladı biz kirlendik bize ellediler ayrı ayrı kaybolduk ve bir daha asla buluşamadık çünkü biz bir erkekle bir kadın olduk
insan kendini terk etmiş birini aramamalı neden mi çünkü geri dönse de sevecek bir şey kalmamıştır geri de insan terk edildiğinde acıdan çok gerçeği görmeli giden gitmiştir bunu bilmeli terk edilmek yanındayken yalnız bırakılmaktan daha acı değildir ki
tanımadığın ve tanımana izin vermeyen biriyle yatıyor olmak bildiğin uyuyor olmak limanında kimin kaçması onun mu senin mi
gecelerimi sabaha bırakıyorum anılarımız ve hasretinle sen kokuyor bu satırlar okundukça okunuyor
rüyalarını suya anlat akıp gitsin der kimileri rüyalar asıl gerçeklerse suyla gider mi
biri var aklında biliyorum yakaladım seni kör bir ebe gibi
sitemlerini kendine sakla acılarını ve dertlerini gönül mutfağında soğan doğrayarak bahaneler arkasında ağla kimseyi derdinle harmanlayıp ucunu yakma bir bakmışsın kuyruğu sarmaşığa takılmış bir kedi gibi yapayalnızsın iki kişi çıktığın yolda ağla ağla da sümüklerini de kendine sakla sonra bir fincan zeytinyağı iki yumurta bir limon için kapı kapı gezip kendine gönül dostu arama kendin yüz kendin boğul ananın rahminde bir leğen suda boğulmadın yalnız bunu da unutma
gözlerinden gemiler geçiyor fener alayı gibi dilek balonları güverteden kaçıyor boğaz sana doğru eğilmiş deniz misin derya mı
ayağıma üç numara büyük botlar giyiyorum diye işe almıştın beni oysa otuz dört numara postal yok diye ablamın botlarına dadanmıştım ben hırkamın sırtı yanık diye kaban alıvermeye niyetlenmiştin sen de bana oysa arkadaşımdan cezaevi hatırasıydı o bana kumaş çantam omzumu büküyor neredeyse belime diye doğum günümde deri bir sırt çantası almıştın bana oysa annem dikti diye en çok onu kullanıyordum ben sen yaptın o olmadı o yaptı bu da olmadı ne olduysa kendiliğinden oldu
dışının eşiğinden geçince bir adımcıkta ereceksin içinin dergahına uğrakların olacak gönlünde yavru bir ceylan gibi kımıl kımıl suyunu içen kimi koynunda soluklanan kimi aklında koşturan atlıyınca eşiğini erince dergahına
kalbinden aynı anda yüzlerce sevmek geçenleri neden ahlak ağacında sallandırırsın bre sevgisiz kıskanç
ortada ciddi bir sahtekarlık yok mu birine önce hep istediğini verip verip sonra da bunları istediği için ondan nefret ettiğini söylemek sahtekarlık değil mi samimiyetsizlik mi belki belki de
hafta sonuna elinde ne tutarak girmek istersin onu diliyorum sana ben tuttum tutacağımı
sabahlara kadar ağlarsın bazen biri için öyle sanırsın biri için sanırsın kendine ağlarsın asıl neden neden diye ağlarsın
elini pencereden dışarı doğru çıkartığında hissettiğin rüzgar serinliğini veremiyorsam ben sana ferahlayamıyorsa için rüzgarımdan karşılaşmalarımız yudum yudum içilen su değil ağaçları kökünden söken bir fırtınaya benziyorsa her seferinde çatıları yerlerden kaldırıp tepemize koyuyorsak bir çare çarpışmaktan morarıyorsa sözlerimiz yorulup takatsiz kalıyorsa gözlerimiz birbirine değil uzaklara bakıyorlarsa ama yine de yan yana olmak istiyorsa bedenimiz aklımız sevgimiz sökülen ağacın da uçan çatının da moraran sözün takatsiz bakışın da taa geçmişine koyayım benim canım senden yana ben bunu biliyorum
soğuk soğuk terler alnımdan çeneme doğru akıp iki göğsümün arasında ısındı aşkınla
gözsüzüyorsun tam da gözünün ucuyla hakikaten bir gel diyorsun iki git ne gelecek yer bıraktın ne gidecek
kurdum sarayın avlusuna tepsiyi içinde bir dansöz ayaklarını rakıyla yıkıyorum tokmak indikçe davulun gergin yüzüne sıçradıkça damlalar tepsiden inledikçe sarayımın avlusu zevkten aşka çağırıyorum seni yeniden
gurbet anne göğsünde bütün acıları bağrında tutan çilen ne ise katlanabilir kılan kara sevda ince dert kaybolup gittiğin o yumuşaklık anne göğsünde gurbet
ezkaza dibe vursam gözlerinin önünde ağzının suyu akacak besbelli kendi zavallılığında bulacaksın beni dipten beslendikçe uzayacak dişlerin
kıyım var sözlerinde bir zamanlar o sözler kıyımdı kendimi bulduğum şimdi bedenimi sallandırdığın
bir er bir er azaltılıyor er ler er meniler
değer ne de tehlikeli bir kavramdır neyin değerini kimin koyduğu ayrı dertlidir kimin değersiz bulduğu ayrı değer nasılda güç ve iktidarın sembolik birer kılıcıdır derin giren ve kesen
iki yazgıdan biri insansızlık biri belleksizlik ise alnımın akıyla çıkıvereyim ben tarih sayfasından
çok uzun mu anlatmalı insan hayatı tek ve küçük cümleler bu kadar ifadesiz ve aciz mi
kör bir halat ellerimi param parça ediyor gemi bir türlü yanaşmıyor
açılın ulan inatla ters giydiğim gömleğimin tekini hep kaybettiğim çorabımın gazabından korkun açılın
denizine düşeceğim  kulaçlarım sevdana takılacak diye korkuyorum
sürekli aynı kelimelerle aynı ses tonuyla aynı şeyleri konuştuğun için kendinden sıkılmıyor nefret etmiyor bi tiksinmiyor musun
çok güzel adamlara çok güzel kadınlara tavım masalar arasında parmak ucunda yükselerek kıvırarak yorgun bedenini çevikliğiyle ağız suyu akıtan kadına tavım özledim anasını satayım babasını bin kere
sana açık kalbime vur kelimelerce
senin zembereğinde ezildim hiç hayalimde değildi seni görmek gördüm
sana küçümsediğin şeyin içinde varolmak acı veriyor bunu görüyorum diye bana doğru kusuyorsun ağzını kapatarak hiç olmadığı kadar çok fışkırtarak
azcık gülümse bana güneşi görmüş sokak köpeği gibi yayılacağım kaldırıma bütün iç dış organlarımla