AÇLIK
Acıkmasaydık…
Karnımızı doyurmaya ihtiyacımız
olmasaydı…
Beslenmek sadece biyolojik bir
eylem olarak kalabilseydi…
Uzun yıllar, yemek, güç ve statü
ilişkisi ve açlığın giderilmesi için insanlığın göze aldığı şeyler üzerine
düşüne düşüne karnımı doyuramayacağımı anladım ama açlığımı gidermek için sarf
ettiğim enerjiyi en aza indirebileceğimi de buldum.
Açlığa tahammül edemeyen, yemek
yemenin dünyanın en büyük nimetlerinden biri olduğunu düşünerek inanılmaz bir
iştahla yemek yiyen bir insanken nasıl da eleştirdiğim o tüketim çılgınlığının
içinde açlıkla savrulduğumu ve aslında nasıl utanılacak bir şuursuzluğun içinde
olduğumu gördüm.
“Her şeyi yerim” diye başlayan
yemek sohbetlerimin, ballandıra ballandıra yemek tariflerine oradan ocak
başlarına, rakı sofralarına, oradan midye dolma tezgahlarına kesmezse kelle
paça, dil, işkembe arasında seçim yaparak sonlanan yemek ziyafetlerine varması
çok da uzak bir tarih değil.
Sadece yemek yemek söz konusu
olduğunda bu çok masum bir eylemmiş gibi görünse de ucunun nerelerden gelip
nerelere vardığını gözden geçirince başka bir hikaye başlıyı veriyor.
Tükettikçe mutlu olmak nasıl bir
açlığın sonucu bilemiyorum ama uğruna acıların, savaşların, katliamların, mülk
ve toprak edinme sevdasının, üzerinde doyduğun her bir karış toprağa vatan gözü
ile bakmanın ve vatanın için canını vermenin, can almanın nedeni açlık…
İnsan, canlıların en yücesi
olarak gördükçe kendini ve doğada ki her şeyin kendisi için olduğuna inandıkça,
her şeyi yeme hakkını ve her şeyi hunharca tüketme hakkını kendinde bulacaktır,
buluyor da.
Peki yenilen yemeğin, nerede
yenildiği ve ne yenildiği tarih boyunca hep çok önemli olmadı mı? Toplayıcılık,
avcılık, tarım, üretim ve yemeğin hazırlanması hep bir hiyerarşinin ve kültürün
parçası olmadı mı? Karın doyurmanın biçimi bir güç göstergesi olmadı mı?
İhtiyacımızdan fazlasını tüketerek alım gücümüzü, iktidar alanımızı gözler
önüne serip, bazen başkalarını korkutmak bazen insanlara çekici gelmek için
açlığımızı kullanmadık mı?
Ve bizler, insanlar doymak için
hep birlikte bu tüketim tuzağına düşmedik mi? Kendimizi, öldürmeye, yok etmeye,
parçalamaya, statü ve sınıf farkı yaratan bu açlığa teslim etmedik mi?
Açlık için eşitsiz savaşlar
verildi, ilk çağlardan beri, modern çağlara kadar varan savaşlar, şimdi eşitlik için bir savaş veriliyor, bu kadar
tıka basa yemek yemenin, gücün iktidarın, her şeye sahip olma açlığının içinde
aç kalmayı bilinçli bir eylem olarak seçen insanlar bir savaş veriyorlar. Aç
olmamandan, hunharca tükettiğin her şeyden sebep seni utandıran bir savaş.
Siyasi gücün, kendini o çok yüce
sanan zavallı insanı, biyolojik ihtiyaçlarını kullanarak maskara etmesi, insanın
kendi açlığını en önemli şey sanarken, başka birinin açlığını hiç önemsememesi,
tarihin tekerrür ederek, “Doyunca, tıksırınca, patlayıncaya kadar yiyin!”(T.F)
sözlerinin hala geçerliliğini koruması şaşılacak şey değil evet ama
tiksinilecek şey doğrusu.
Yiyin efendiler; asıl şovu yapan
gücünüz bitene kadar, birbirinizi yiyerek besleneceğiniz güne kadar, içinizin
tükendiği güne kadar yiyin!
Yorumlar
Yorum Gönder