Ayaklarını sürüyerek ve kapının sadece bir kanadını açarak geçti gitti.

Yürümeye bile hep en zor yerinden, hep en zor şekli ile başlamayı tercih etti. Emeklediği günden beri bu durum hiç değişmedi. Geç yürüdü, hiç koşmadı ve hiç ağlanmadı, yani ağlamadı bile. Kimse görmediği bilmediği için, doğarken ağlamış olma ihtimali var elbet. Ama sonrasında değil gören, duyan da yok bir gözyaşını, hıçkırığını. “Hiç çocuk olmadı” der bazıları onun için, “Büyük doğdu büyük gidecek” derler.

Kendi gibi yalnız bir adam buldu onu, içinden işe yarayan eşyalar alındıktan sonra bir konteyner kenarına bırakılmış kartonların içinde. Adam kendine yatacak yer yapmak niyetiyle uzatmışken elini, göz koyduğu o kartonları bir beşik gibi taşıyarak koyuldu yola.

Yine varını yoğunu biriyle paylaşmak düşdü ona. Bir elinde karton kutu, bir elinde mis kokulu bir çarşafa sarılmış cabbar bir bebek, ayaklar yola koyuldu, akıl kendi çocuklarına. Epey zaman oldu onları görmeyeli, onları kaybedeli, karısının kendisini çocuklarıyla beraber terk edip gitmesinin üzerinden geçen yıllar boyunca, hep nedenini aradı durdu, kendindeki eksiği, gediği. Eksiği ararken kendini unuttu, kendini unuttukça sokakları tanıdı, sokaklarda bir deli bozuk ayaklarını sürüdü sürüdü.

Gittiğinde bir kanadı usulca aralıktı kapının, çekinerek ardına kadar itti kapıyı. İçerisi bomboştu gitmişlerdi.

Bir kapı kapanır bir kapı açılır, yollar kesişir, insanlar terk edilir ve insanlar buluşur.
Yalnızlık her doğanın, yaşam çizgisinde bir yerde öylece durur.
Bebek ve adam buluştular, adam ve bebek bilinmeyen geçmişlerinde hep yalnız dolaştılar.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendine yolculuğa çıkan bir mentinin çok keyifli hikayesi!