Sokağın sesine bak aşka davet ediyor...
Bir ömür kendini güven içinde
hissetmek için sürebilir…
Geçen sayılarda üzerine atıflar
yapılan Maslow Piramidi’ni ben de konu etmeden geçemeyeceğim.
Güvenlik ihtiyaçları yemek yemeye
ve yediğimiz yemeği çıkartmaya olan ihtiyacımızdan bir sonraki adım olduğuna
göre.. yemek yemek için ve onu dışarı çıkartmak için neleri göze aldığımızı
düşünürsek bu hayatta, güven için verilecek çabanın kıymeti daha bir anlaşılır
gelebilir.
Lakin güvenli bir yaşam şu ise ve
de gerçekleşiyorsa;
Güvenli bir ev, güvenli ilişkiler,
güvenli bir kişilik, güvenli bir sevgili, güvenli dostluklar, güvensiz
olduğumuzu yüzümüze vurmayacak sosyal bir çevre…. O zaman daha ne ister ki
insan!
Terslik şurada başlıyor benim
için;
Sanırım en çok güvenli sokaklar
istedim ben hayattan…
Güvenden anladığım, ihlal ve
işgalin olmadığı / ihlal ve işgale gerek olmayan/ yaşam alanlarıydı.
Oyun oynamak için, sevişmek için,
koşmak için, öylece oturup kalmak ve belki de kocaman bir çınar ağacının
gölgesinde uyuyup kalmak için.
Ne mi oldu? Elbette direnç oldu, olmak zorunda olan oldu. Bir taşın üstünde uyuyup kalabilmem için,
birinin dudaklarında kendimi unutmam için, sokakların insanların evlerinden
daha güvenli yerler olması gerektiğini anlatmaya devam etmem için yaşam
sokaklarda direnç içinde geçen bir hale dönüştü.
Sokak diyorum oysa, insanın
evinden daha güvenli olmalı, bir sürü insanın gözü önünde, şahitliğinde,
huzurunda ve birliğinde insanca yaşamanın en kolay en ürkmeden, en güvenli
alanı olmalı.
Eve girilen her vakit birbirine
benzeyen kimi insanların kendine şu soruyu sorduğunu düşünüyorum, düşünmek
istiyorum. Hava karardığı için evde olmak zorunda mıyım? Birileri çekildi
sokaktan diye dört duvar arasında “güvenli alan” olarak meşrulaştırılan bu evin
için de mutluluk ve huzur içinde yaşamak zorunda mıyım?
Nerede en çok insan varsa, nerede
kalabalık varsa, nerede vicdan varsa orada daha çok güven olmaz mı? Yani böyle
sanası geliyor insanın, gelmiyor mu, size olmaz mı?
Sokakları terk ederek, sabah
erken saatlerde ve akşam üstünden sonra, her türlü kıyıma, haksızlığa, ihlal ve
tecavüze göz yumarak ve mekan hazırlayarak,
evimize kaçtığımızda sokakta olup bitenlerden kendimizi de sorumlu
tutuyoruz ya, toplum/ insanlar/ sokaklar kötü, pis, güvensiz, tekin değil
derken…
E ama çıkmıyoruz ya yine de
sokağa o zaman biz hangi kötü olma, vicdansız olma, güvensiz ve tekin olmama
durumunun bir ucundan tutmuş oluyoruz, sadece kendimizi korkak ve yalnız bir
güven kıskacına alırken.
En çok kendini doğanın bir
parçası hissettiğin halinde özgür ve de güvende hissetmez misin? Öyle hissetmek
istiyor insan.
“Sokaklar bizimdir bizim kalacak”
söylemlerinden daha fazlasını yapabilir ve bal gibi de sokakta yaşayabiliriz,
sokakla ve güvende… Sokakta yemek pişirip dağıtabilir, sokakta selamlaşabilir,
sarılabilir, birbirimize uzaktan bağırabilir ve hatta birbirimize
gülümseyebiliriz… Sokakta aslında hiç kimsenin olmayan ve hepimizin olan her
şeyi paylaşabiliriz.
Sokağa açılan bir kapıya ihtiyaç
olmadan yaşayabiliriz.
……..
Ta şimdi yeni, geçenlerde bir
çoğumuzu sadece afetin yaşandığı yerde değil oraya kol kanat germek isteyen,
yetmek isteyen bir çoğumuzu sokakta birleştirmedi mi yaşam? Ve bir deprem
olduğunda hepimiz “en güvende olduğumuz!” evlerimizden koşup sığını vermiyor
muyuz sokaklara?
Çünkü, kaçtığın o sokak;
koştuğun, buluştuğun, coştuğun, ilk aşkları, ilk heyecanları, ilk kaçamakları
yaşadığın, seni her daim çağıran sokak…
Bir deprem yaratmak gerekmez mi
kapısını kapadığımızda huzur içinde yaşadığımız, yemek yediğimiz ve sıçtığımız,
temiz, nezih, biricik, güvenli yuvalarımızda?http://www.kargamecmua.org/
Yorumlar
Yorum Gönder