Tanıdıklık üzerine laflarım var.
Sözler, isimler, kokular, mekanlar, tenler, sesler, bakışlar, tatlar liste uzar gider…
Ve kendisiyle bir derde düşer insan bir de bu tanıdıkların yansımasında belki özlenir.
Şayet nefret edilmiyor, tiksinilmiyor, korkulmuyor, kaçılmıyor, seviniliyor sa... ve elbette olmaz mı hepsi bir arada hem nefret edip hem özlemez mi insan?
Nefret bazen özlemi ve aşkı beslemez mi, bazen de tersi olmaz mı?
Tanıdık mekanlara dönelim biz; o mekanlardaki tanıdık tiz kadın sesine ve onun üzerine geçmişte yapılan konuşmalara, tuzun tende tercihe bağlı bırakıldığı yaz tatilleri planlarının konuşulduğu masalarda buluşan, kimi nasırlı, kimi çekmiş ellerin bakımsızlığına  atlayan her şeyden konuşabilen ne idüğü belirsiz tanıdıklara dönelim biz.
Sahile, denizin şahitliğine, hikayelerde vardır ancak sandığımız dehlizlere oradan çamurlu kasabalara…
Sen buralardan geçtin diye mi gelemedim ben bunca gün, bunca ay buralara?
Seni tanıdık sohbetlerde aldatacağım, ihanet edeceğim  diye korkarak, bacak aramdaki kuytuyu bağladığın gibi bir kedere, bu mekanları da terk edilmişliğe mi eğledin?
Neredeydin? Ben şimdi bu tanıdıkların yükünü bir başıma kaldırırken, cebimde boynumun fıtığı, kafamda bu delilik varken?
Sen kadınları anlattın bu yeşil örtülerin üstünde bana, aklımda sen varsın diyerek, ben kadınları gömdürmedim sana hani ben neredeyim diye…
Bu hesapta yoktu; tanıdıklara bir de senin adın eklendi, anlamı ayrı, kendisi ayrı yara…
Nefret yok bu tanıdıklarda sokaktan geçen sigaralı adamlar, kapı önünde bekleşen bedenler, zazalar üzerine gelişen sohbetler var civarda.
Bir sen yoksun tanıdıklar arasında… sonra uyanıyorum sabah ezanıyla…anason kokusu, parmaklarımın ucunda, saçımda, burnumda, tadı damağımda uyanıyorum, tanıdık bir yatakta.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kendine yolculuğa çıkan bir mentinin çok keyifli hikayesi!